Çarşamba, Ağustos 26, 2009

AGB'den Johnson Mektubu

Marketing Türkiye internet sitesi'nin (www.marketingturkiye.com) haberine göre AGB Türkiye Başkanı Craig Johnson, TV Reyting Ölçümleri ile ilgili Marketing Türkiye'ye bir röportaj vermiş ve TRT'ye yüklenmiş. Site, habere konu olan röportajın 1 Eylül 2009 tarihli sayılarında yayınlanacağını anons ediyor. Haber aynen şöyle; 
AGB Başkanı Johnson, TRT'ye yüklendi!

Şaibeli reytinglerle ve tartışmalarla son yıllarda gündemimize yerleşen AGB'nin Türkiye Başkanı Craig Johnson, sesizliğini bozdu. Köşesinden, "reytinglerle AGB oynuyor", "her şeyi AGB yapıyor, bu kurum bir işe yaramıyor" gibi eleştirileri izleyen Johnson, Star gazetesinde geçtiğimiz haftalarda yayınlanan "AGB Pes etti" haberini gördükten sonra ise Marketing Türkiye'ye konuşmaya karar verdi.
Önümüzdeki dönemde gerçekleştirilecek reyting ihalesi öncesinde, "AGB Pes etti", " AGB gitsin, kendine çeki düzen versin" gibi asıllı asılsız iddialara yanıt veren Johnson, TRT'nin kendi ölçümlemesini yapmasıyla ilgili olarak ise TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin'i hayli kızdıracak açıklamalar yaptı. AGB'nin imajını zedelemek isteyenleri, kimlerin kendilerini neden sevmediğini, yapılacak ihale de "AGB" nin kazınıp kazanmayacağını, bu ihalede şike olup olmayacağını ve daha birçok konuda ilk kez Marketing Türkiye'ye açıklama yapan Johnson'ın AGB'yi yıpratmak isteyenlere ve eleştirilere işte yanıtı...
Craig Johnson; "İbrahim Şahin, reyting almak için çok para harcadı, aldığı sonuçlar ise ortada. Önceden İbrahim Şahin ‘Benim için reyting önemli değil' diyordu, sonradan ise bir anda reytinginden memnun olmaması biraz ilginç. Şimdi ise TRT kendi ölçümlemesini kendi yapacak. Bir devlet kanalının alternatif bir ölçüme sistemi isteyerek, halkın parasını harcaması çok sıradışı. Açıkcası böyle bir araştırmanın sonuçlarına, insanların ve sektörün de nasıl güveneceği de ayrı konu."
Röportajın tamamını 1 Eylül tarihli Marketing Türkiye'de okuyabilirsiniz...19.08.2009 


Haberin bu kadarını gördükten sonra Mr. Johnson'a nacizane küçük bir önerim var. Bu üsluptaki bir röportajı hazır dergi baskıya girmeden geri çekmeli. 17 yıldır Türkiyemizde bu işi yapan bir uluslararası firmanın yeni ülke başkanı olarak böyle bir üslupla röportaj vermemeli diye düşünüyorum. Ayrıca TRT'nin ihale şartnamesini almış bir firma olarakta geri çekmeli.

Ama öncelikle şunu belirtmekte yarar var. AGB, hala TİAK'a hizmet veren bir şirket durumunda ve sözleşmesi devam ediyor. Yani konu ile ilgili bir açıklama beklenen yer AGB değil TİAK. Ayrıca TRT hala TİAK üyesi. Eğer TİAK Kurulu bir araya gelmiş ve TRT'nin üyeliğini dondurmamışsa tabii. Ancak TİAK, hala sessizliğini koruyor. Bu sessizlikte sektörün TİAK'ın da AGB'den memnun olmadığı sonucunu çıkarması boşuna değil. Çünkü TİAK sözleşmesinde kimin ne tür açıklamalar yapabileceği belli. Ayrıca AGB'nin yeni dönem ihalesine girmesi (ki gireceklerini söylüyorlar) ve kazanması halinde böyle bir geçmişle nasıl sağlıklı bir gelecek inşaa edilecek ? İhaleyi diğer iki şirketten birinin kazanması halinde ise bugün yaşananları sektör nasıl yorumlayacak ?
Mr. Johnson'un açıklamalarını, bu ülkede onyedi yıldır tek başına TV reyting ölçümü yapan uluslararası bir şirketin kurumsallığına yakışan ölçülerde bulamadım. Merak ettiğim TIAK'ın bu röportajda onayı olup olmadığı ? Ayrıca neden iddia ve cevaplarını kurumsal bir dille "Kamuoyuna Duyuru" şeklinde gazete ve dergi reklamı ile duyurmadı ? Bu arada MT'yi de kutluyorum tabi ama AGB'ye yakışan bu olmaz mıydı ? Bu röportaja kimimle hazırlandığını bilmiyorum ama keşke konuya farklı açılardan da bakabilselerdi. 


Örneğin "... Bir devlet kanalının alternatif bir ölçüme sistemi isteyerek, halkın parasını harcaması çok sıradışı..." diyor. Benzer sözü daha önce Haber-Sen Başkanı'da söylemişti hatırlayacaksınız. Bu durumda, Mr Johnson'a bir devlet kanalının ne işi var TİAK'ta diye sormazlar mı ? Sorarlar. Peki ne diyebiliriz böyle bir durumda ? Ama o zaman bir lira veriyordu, şimdi 10 lira verecek mi diyeceğiz ? Daha fiyat bile belli değil. TRT yeni ihalesi nin sonucu ile ilgili resmi bir açıklama yapmadı. Yani korumaya çalıştığı Türk halkının 9 lirası mı ? Peki TRT, bu bedelleri kendi reklam gelirlerinden mi yoksa halkın vergilerinden gelen hesaptan mı ödüyor ? Ne kadar biliyoruz ? Bilmiyoruz. 


Ayrıca TRT Genel Müdürü için "...İbrahim Şahin, reyting almak için çok para harcadı, aldığı sonuçlar ise ortada. Önceden İbrahim Şahin ‘Benim için reyting önemli değil' diyordu, sonradan ise bir anda reytinginden memnun olmaması biraz ilginç..." diyerek acaba konunun politik boyutuna mı işaret etmek istiyor. Belki de yakında RTÜK'ün ölçümleri yaptıracağını ve bundan da AGB'nin rahatsızlık duyduğunu söylerek taraf olduğunu belirtmiyor mu ? Diyelim önümüzdeki yıl RTÜK, yasanın ilgili maddesini işletti ve ölçümlerin kontrolünü eline aldı, AGB açılan ihaleye girmeyecek mi ? Bu durum bir ticari şirket için biraz değil fazlaca ilginç olmayacak mı ? Ayrıca reyting için yapılan program yatırımlarına ne kadar para harcandığı, bunların sonuçlarının ortada olması gibi konular fazlaca kişiselleştirilen ve duygusal noktalar değil mi ?

TRT gibi kamu kurumlarının devletten karşılıksız yardım alarak sektörlerinde haksız rekabet oluşturmaları yıllardır en büyük problem olmadı mı bu ülkede ? O zaman kendi kazançları ile çarklarını döndürmeleri gerekmiyor mu ? Bunun için TRT'nin reklam gelirlerini artırmak yerine başka nasıl bir yol izlemesini bekliyoruz ki ? Bu yılki Araştırmacılar Zirvesi'nde reytingin artık tek başına anlam ifade etmediği yapılan kantitatif tüketici araştırmalarında da kanıtlandığı söyledi. Kaç reklamveren, yaptığı reklamın karşılığını satışta görmedikçe o mecraya reklam vermeye devam ediyor ? Reytingler istediği kadar yüksek çık-arıl-sın. Bunlar ortadayken kim, kimi nasıl ikna edecek söyler misiniz Mr. Johnson ? 


Ayrıca TRT'nin reyting hesabı yapması reklamveren, rekabet, program kalitesi, sektör ve izleyici açısından yararlı değil mi ? Ayrıca farklı şirketlere de yaptırılmasını doğru bulmasakta çıkacak sonuçları başta medya şirketleri** sonrada kanallar* en ince ayrıntısına kadar soruşturup araştırmayacak mı ? Sektör de reklam yatırımlarının yüzde 65'i bu medya şirketleri** yapmıyor mu ? 


Medyanın mahallelere ayrılması için uğraş verildiği bir dönemde ajanslar, reklamveren ve sektör buna seyirci kalmamalı. Hatta AGB gibi sektörün sağlıklı büyümesine destek olan şirketlerin kızılcık şerbeti içmesi ama TİAK konuşmadığı sürece konuşmaması gerekmez mi ? 


Mr. Johnson sektörde profesyonellerin bürokratlardan çok daha uzun süre (ortalama 10-12 yıl) koltuklarında kalabilmeyi başardıklarını fark etmiş olmalı. Acaba, açıklamalarını sayın Şahin üzerinden yaparken kendine kaç yıl, Şahin'e kaç yıl hesapladı ? 


Mr Johnson'u şahsen tanımıyorum ama söylediklerinin bu kadarını bile okuduktan sonra akla gelenler bunlar. Röportajı bekleyip detayları göreceğiz. Yanılmayı diliyorum. Umarım söylenenler bunlarla sınırlıdır.  Bulunduğum konum işin kişilere göre değil doğrulara göre yapılmasını gerektiriyor söylüyor. Bazen tamamen duygusal (!) olabilen bir sektörde doğruluk, tarafsızlık ve bağımsızlık taraf olarak nitelendirilebiliyor.

Bu arada, AGB Türkiye'nin bugüne kadar yaptığı tek iş TV Reyting Ölçümleriydi. O halde, ihale sürecine kadar, kaybetme ihtimalinide düşünürek bir B planı mutlaka yapmıştır. Bu planın başlangıç noktası hizmet çeşitliliğini artırmaktır. Yok eğer hala bir B planı yapmak için erken olduğunu düşünüyorlarsa, o zamanda bunun üç nedeni olabilir. Birincisi çok küçülecek ve yeni ihaleye kadar bekleyecekler. Bu durumda var olan kadroları TİAK veya TRT ihalesini alacak şirketler tarafından isdihdam edilecek. İkincisi, Türkiye Ofisi'ni gelecek ihalelere kadar kapatacak. RTÜK'te sayın Arınç'a verilen brifingte söylendiği gibi ülkeyi terk edecekler ve gelişmeleri merkezden takip edecekler. Üçüncüsü ise ihaleyi tekrar kazanacaklar. Şu anki gelişmelere ve rakip şirketlerin yetkililerine göre AGB'nin yeni ihaleyi kazanması çok zor hatta Mr. Johnson açıklamalarından sonra imkansız görülüyor. 

Mr. Johnson'un geldiği günden bugüne sektörü ve TİAK ile ilişkileri yeteri kadar iyi gözlemleyemediğini ve yönet-e-mediğini düşünüyorum. Bunda bir çok neden olabilir. İhale sonucu olumsuz bile olsa, 17 yıldır Türkiyemizde TİAK'ın onayıyla bu işi yapan AGB'nin hizmet çeşitliliğini artırarak faliyetlerine devam etmesi gerektiğine inanıyorum. Diğer taraftan AGB'nin Araştırmacılar Derneği yönetimi ve üyeleri tarafından da böyle bir dönemde desteklenmesi gerekir. Onlardan da ses çıkmıyor. Nasıl çıksın ? Bir tarafta reklamveren, diğer tarafta mecralar, öteki tarafta ajanslar hepsi de müşterileri ve TİAK üyesi. Yani ? Böyle düşünerek desteklenmiyor ve suskun kalınıyorsa bu, AGB için söylenenlerin doğruluğunu onaylamak anlamına gelmez mi ? O zaman yakında AGB çalışanları hakkında soruşturma mı açılacak ?  


Aslında bu gelişmeler basına ilk yansıdığında Rekabet Kurulu'nun vakit kaybetmeden bir ön inceleme başlatması gerekirdi.  Çünkü problemin ana nedeni reklam gelir dağılımındaki adaletsizlik ve haksız rekabet. Ama kurumun başında çok dosya ve müracaat varmış. Çalışan sayısı da yetersiz olunca, var olan dosyaları ve gelen şikayetleri incelemekten kendileri inceleme açamaz duruma gelmişler, yazık. Ne diyelim, görünen o ki herkes bildiğini yapmaya devam edecek. İnşallah herkes iyi niyetlidir. 

*TİAK Kanal Aboneleri: ATV, Cine 5, Discovery Europe/Eng., Flash TV, Fox TV, HaberTürk, Kanal 7, Kanal D, Samanyolu TV, Show TV, Star TV, TRT 1 (Toplam 12)
**TİAK Ajans Aboneleri: Aegis Media, Altıncı Duyu, Cereyan Medya, Maxus, Maya İletişim, Media Maks, Mediacom, Mediaedge:cia, Mind Share, Optimum Media, Speed Medya, Starcom All Media, Universal Mc Cann, Veritas Medya, Zenith Media (Toplam 15)

Medyada Kirlenmek Güzeldir...

Bu yazı " Özkök ve Dumanlı'ya Bir Öneri" yazısından önce yazılmıştır. Bazı düzeltmeler nedeniyle yeni yayınlanmıştır.


Memleketimizdeki gazeteci köşerlerin şu an da en çok ilgilendiği konulardan biri de şu Ertuğrul Özkök 'ün 26 Mayıs 2009 tarihli sayısında başlattığı sonra Ekrem Dumanlı'nın devam ettiği benim ifademle Medya Dersleri 2009. ( Benim 12 yıldır GSF'deki dersimin adı da "Medya Analizi" tesadüf mü acaba ? ) 
Özellikle Güneydoğu Açılımı konusunda ikisi de çözüm için ısrar ediyorlardı. İşte şimdi bu analizin tam zamanı diye düşünmüştüm. Zira, ilk kez Türkiyemizde güneydoğu açılımını tüm zorluklarına rağmen demoktratik ! bir platformda tartışılmaya başlandığı bir dönemin başındaydık. İki farklı düşünceyi temsil ettiğini düşünen iki genel yayın yönetmeni de bu konunun çözüme kavuşturulmasını istiyordu.


İki gazetenin toplam okur erişimi ve etkilediği kişiler düşünüldüğünde gelecek için güzel planlar yapmaya başlıyabilirdik. Gerçekten yıllardır düşündüğümüz ama bir masa etrafına toplandığımızda bir türlü söyleyemediğimiz şeyleri konuşmanın zamanı mıydı ? Medya çözümü ilk kez megolamani krizlerine rağmen istiyordu. Belki de artık, Avrupa ve Amerika seyahatlerinde sürekli itilip-kakılmaktan sıkılmışlardı. Ya da bu, başka bir olumsuz sonun başlangıcı olabilir miydi ? Konu tartışılmaya başlanmadan önce tüm medya (istisnalar kusura bakmasın) ortak bir akılda bir araya gelebilmişti. Buraya kadar olan gelişmeler hiçte şaşırtıcı değil di ama hükümetin somut girişimlerde bulunması, medyadaki suyun bulanmasına yetti. 


Bu yaklaşımı tetikleyen hükümetin, 12 gazeteci ile özel bir arama toplantısı yapması oldu. Toplantıya çağrılmayanlar, toplantının neden Emniyet Genel Müdürlüğü'ne ait bir yerde yapıldığından, çağrılan kişilerin özel durum analizlerine kadar herşeyi sadece olumsuzluk olarak sayıp döktüler. Aslında içerikten çok üslup konuşuyorlardı. Bu medyamızın megolamani hastalığının nüksettiğini gösteriyordu. Çünkü katılanların içinde neden çağrıldıklarına hala anlam veremeyenler ile çay bile içmeyenler bunu da önemli bir şeymiş gibi çıktığı TV programında söyleyenler vardı. Megolamanisi nüksedenin üslubu; şöyle bir açılım yapmazsanız onaylamam, okurlarıma söylemem, sizi de desteklemem, zaten bu konuda ciddi olduklarına inanmıyorum. Bu iş böyle çözüme kavuşturulamaz. İnandırıcı değil... Bana ne, bana ne işte... havasından başka bir şey değildir biliyorsunuz. 


Bu üslup, bu tür kriz veya yeni açılım dönemlerinde gündem saptırmaya kadar gider  hatırlarsanız.  Konu ülkenin bütünlüğü, geleceği, gelişmişliği gibi milli şeyler olsa da bizim bazı gazeteci ve köşerler için farketmez. Onlar her zaman, her şeye karşıdır, bunu da gazetecilik adına yaparlar haa !  Durumları biraz bizim "Çarşı herşeye karşı" havası "Beraber yürüdük biz bu yollarda, beraber ıslandık yağan yağmurda ..."durumları değil yani. İşte medya, işte ülke, İşte...


Bir ülkede kalkınma, yenilenme ve değişimin önce medyadan başlanması gerekir. Çünkü kamuoyunun iletişim köprüsü medyadır. Bu nedenle " bir ülke ancak medyası kadar güçlüdür" sözümü bir kez daha tekrarlıyorum. Ama burada kastım hükümetin bir şekilde bu işe karışması değil, lütfen yanlış anlaşılmasın. Kastım, ülke kamuoyunu gerçekten temsil eden bir medyadan bahsediyorum. Okurların eğitim, bilgi ve entellektüellik seviyelerini sürekli yükselten bir medyadan. Ülke çıkarlarını herşeyin üstünde tutan, dürüst güvenilir, inançlara ve yaşam tarzlarına saygılı, meslek etiğine önem veren bir medyadan. Kendi çamaşırlarını kamuoyu önünde yıkama işini alışkanlık haline getirip, " kirlenmek güzeldir"  reklamına dönüştürmeyen medyadan. Tabiki çamaşırdır kirlenir ama bu çamaşırlar ... ile temizlenir mi bilmem. Gerisini artık siz tamamlayın lütfen. 


Bir gazetede bir köşerin ortalama işgaliyesi sayfanın 1/4'üne eşittir. Yani dört köşer bir sayfa yapar. Bu işi en az iki gün sürdürdükleri düşünülürse sadece dört gazetede İki Tam Sayfa demektir. Yani gazete başına hem de ön bölümünde yarım sayfa. Eminim böyle bir dönemde bu alanlara ülke yararına olacak daha önemli konular haber ve yorum olarak yazılabilir. Ne dersiniz ? Ya da bundan sonra genel yayın yönetmenleri uzman medya köşerleri belirlesin, sadece onlar yazsın bu tür yazıları. Bakalım kaç kişi tıklayacak onları ? 


Ya da lütfen bir an önce ya tasviye olun, ya sevin veya terkedin de kalanların gazeteceliğini görelim. Değil mi ? 


Not: İlgilenenler için "... olacak gazeteciler" konusunda bazı ünlü köşerlerimizin ilk günden yazdıkları yazılarının linkleri var. 

19.8.2009 Mehmet Barlas'ın yazısı/Sabah
19.8.2009 Serdar Turgut'un yazısı/Aksam
http://www.superpoligon.com/haber/11827

22.8.2009 Reha Muhtar'ın yazısı / Vatan

22.8.2009 Mehmet Barlas'ın yazısı /Sabah

Özkök ve Dumanlı'ya Bir Öneri

Bundan önceki yazımda uzun süredir düzenli takip ettiğim iki gazeteci sayın Özkök ve sayın Dumanlı'nın karşılaştırmalı bir analizini yapmıştım.  Zira Özkök önceki, Dumanlı ise bizim kuşağın temsilcisi olarak birbirlerine gazetecilik dersleri veriyorlardı.


Medyamız son onbeş yıldır, ülke gündemi ne olursa olsun mutlaka kendi içinde de bireysel gündemler bulmuştur. Bunların en popüler olanı çamaşır yıkama günleri olarak özetlenebilir. Yani aklanma-paklanma ve temize çıkma haberleridir. Aralarında ticari bir konu bulunur bulunmaz, hemen eski çamaşırlar ortaya çıkarılır, kirli, temiz ve renkli karıştırılır. Sonra özellikle yumuşatıcı ve kireç sökücü konmadan makineler çalıştırılır. Çıkan gürültü ve patırdı arasında makineden çıkanlar birinci sayfalara asılarak kurutulmaya çalışılır. Vatandaş ise bu kadar gürültü ve iç çamaşırı arasından, verdiği 40-50 kuruşa değecek şeyler bulmaya çalışır. Bulamayınca da şarkıcı, türkücü, arka sayfa güzeli, Yerli Brezilya dizileri, futbol maçları, Maratoncu yorumları arasında dolaşır durur. Yapacak fazla bir şeyleri olmadığı için inşallah bu kez çamaşır yıkama işi çabuk biter diye dua eder. Düşünsenize TUİK 2008 verilerine göre Lise ve üzeri eğitimli sayısı 13,8 milyona ulaşan bir ülkede kitap satın alma ve okuma alışkanlığı artıyor ama gazete okuma alışkanlığı aynı. Gelin içindeki dersi siz çıkarın.


Çamaşır yıkama işine geri dönersek. Bu işte en çok çamaşırı olan en az yorulur. Zira hiç kimse kendi çamaşırını yıkamaz. Herkes birbirinin çamaşırını yıkamaya çalışır. Çünkü bu adettendir. Kendi çamaşırının yıkamak ayıp karşılanır. Ayrıca bu tür ortamlarda artık her tür çamaşır yıkanıp asılır hale gelmiştir. Bu da çamaşır miktarının zenginliğindendir. Ara sıra hazır çamaşırlar çıkarılmışken ulu orta yerde birbirine kese atmak isteyende çoktur. Mesela köşerlerinde bu ortamlarda çamaşır yıkaması hatta hatta kese atması fazilet olarak görülür. Keseleme ve yıkama işinde çalışmayan köşer ise genellikle bertaraf olur. Bu ona yıl sonu primi veya maaş artışları enflasyonun bile altında verilerek geri döner. Neredeyse bir çok köşer bu çamaşır yıkama seanları sırasında eski bir çok çamaşırını şeffaf olarak sergilenmesini yiğitlik olarak görmüş ve kendi kendine rütbe bile vermiştir. En ilginç olanı ise daha terlemeyen ve çamaşırı bile olmayan genç köşerlerin bu iş bir başlası diye fırsat kollamasıdır.  


Biraz ciddiyet lütfen. Güneydoğu, Alevi-Sunni ve Azınlıklar gibi üç açılımın yapıldığı çok önemli bir ortamdayız. Hepsinin aynı anda gündeme gelmesi doğrumuydu, yanlışmıydı. Bunları bir kenara bırakalım. Zira bu işin tarafları bir araya geldi ve konuşmaya başladı. İşte böyle bir ortamda hükümete ve olaylara farklı açılardan baka-bile-n iki gazeteye ve tabiki onların genel yayın yönetmenlerine büyük iş düşüyor. Ben de bu iki gazetenin genel yayın yönetmeninin aslında yaptıkları işin kutsallığına inandıklarını düşünerek bir çağrıda bulunmak istiyorum. Bu konular çözüme kavuşuncaya kadar birbirlerine ders vermek, liste açıklamak yerine kamuoyunun kendilerinden beklediği sorumluluğu yerine getirmelerini rica ediyorum. Çünkü hükümet kim olursa olsun, çözüm bekleyen üç konu şu anda ülke ve dünya gündeminde. Çözüm yolları araştırılmaya ve yol haritaları çıkarılmaya çalışılıyor. Politikacıların laflarını Generallere, onların söylediklerini politikacılara servis ederek kalan sayfalara ve köşelerede kendi çamaşırlarınızı asarak gazetecilik yapmaya ara verin artık lütfen.


Laf lafı açıyor, çok güzel hareketler çekiliyor, hükümetler değişiyor ama ülke sürekli ders tekrarı yapıyor ve bir türlü mezun olamıyor. Gazeteler her Ramazan Kuran-ı Kerim dağıtmada, Televizyonlar yeni yerli Brezilya dizileri ve para ödüllü yarışma programları başlatmada birbiriyle yarışıyor. Sonra Kuran-ı Kerim dağıtanlar bunları kimseye göstermeden evlerinizde okuyun, Televizyonlarda yerli dizileri tok karnına alışkanlık yapmadan seyredin diyor. Ülkenin gündemi yerini medyanın gündemine işte böyle bırakıyor.


Böyle gazetecilik ve yayıncılık yapmaya ara verin lütfen. Ülke gündemine Bu işe destek vermek için sadece alkışlamak gerekmiyor. Doğru soruları sormak, ve ilgilileri uyarmak gerekiyor. Bunu da yapabilecek tek yer medya. Eğer bu iki gazete ülkenin bölünmez bütünlüğünü herşeyi üzerinde görüyorsa bu konuların   çözüm yollarının bir an önce çıkarılmasını sonrada gerçekleştirilmesinin takipcisi olmalı. Düşünün yıllardır bu konular politik malzeme olarak kullanıldı öteye gidilemedi. Bu da en çok Türkiyemizin değil başkalarının işine yarad. Buna izin veren medya ise politize oldu. Ama bir NYT veya WP Amerika için bunu yapmadı. Bir Independent ve The Times da bunu İngiltere için yapmadı. Şimdi sıra bizde. Hani gizli gizli imparatorluk kanımız tutarda mangalda kül bırakmayız ya. Hadi bakalım gösterin genel yayın yönetmenliği hünerlerinizi de vatandaş medya, gazetecilik görsün.


Sayın Özkök "Ya Sev, Ya Tasviye Ol" sayın Dumanlı "Tasviye Edilecek ..." ve "Ayakta Kalacak Gazete(ci)ler" yazılarını bir kenara bırakın lütfen. Yıllardır medya, ama bilerek ama bilmeyerek bu ülkede çok gündem kaçırdı ve bundan Türkiyemiz zarar gördü. Şu işleri bir halledin sonra döner isterseniz tekrar çamaşır yıkar, birbirinize ders verirsiniz.


Gelecekte ülkenin referans gazetelerini çıkarmak veya sizden sonrakilere böyle bir miras bırakmak istiyorsanız. İşte size tarihi bir fırsat. Biriniz hırslı biriniz tecrübeli. Örnek olabilirsiniz. Eğer örnek olursanız Babı'alinin yeni tarihini siz yazmaya başlayabilirsiniz. Eminim sizi destekleyecek genel yayın yönetmenleri çıkacaktır. Biraz ciddiyet lütfen. Yoksa Allah sizi affeder mi bilemiyorum ama okurlarınız ve onların çocukları sizi affetmiyecek.  Ama ne diyelim Allah Affetsin...

Salı, Ağustos 18, 2009

Ertuğrul Özkök ve Ekrem Dumanlı Üzerine..

Gazetelerimizde mesleğiyle ilgili yazı yazan çok fazla genel yayın yönetmeni yok biliyorsunuz. Bu konuda en çok yazanlar Ertuğrul Özkök ve Ekrem Dumanlı. İkisi ile geçen on yılda çalışan biri olarak yazdıklarını hala düzenli okuyorum. Bu süre içinde yaş, tecrübe ve yaşam tarzı farklılıklarına rağmen ikisininde benzer çok yönleri olduğunu gördüm. 2009-2010 döneminin Türkiyemiz medyasında önemli bir dönem olacağını düşünerek gözlemlerimi buraya not düşmek istiyorum.

İkisi de Yazar Genel Yayın Yönetmeni. Sayın Özkök'ün Doğan Yayın Holding'te tüm grubun yazı işlerinden sorumlu başkan yardımcılığı, sayın Dumanlı'nın ise açıklanmayan bir medya grup başkanlığı görevi var. Ama değerlendirmelerimi yazarlık yaptıkları Hürriyet ve Zaman ile sınırlı tutmak istiyorum.

Birisi en çok reklam geliri elde eden, diğeri ise en çok satın alınan gazetenin yönetmeni. İkisi de bu meslek nasıl yapılmalı üzerine çok fazla yazı yazıyorlar. Ama genç olanın üslubu daha sert. Biri mesleğin nasıl yapılmasını diğeri nasıl yapılmaması gerektiğini yazıyor. İkisi de köşerliğe karşı. İkisi de gazeteciliğe inanıyor. İkisi de köşelerin köşer malı olmadığına inanıyor. İkisi de hoca. Biri sosyolog diğeri edebiyatçı. İkisi de patronlarına karşı fazla saygılı. İkisininde sınırsız harcama yetkisi var. İkisi de en çok gazetelerinde çalışırken mutlu. Biri gazetesini anlatmayı diğeri gezdirmeyi seviyor. Biri halka açık, diğeri henüz açılamamış. İkisi de öz kaynaklarından besleniyor ve güncelleniyor. İkisi de taraf. İkisi de sağlığına çok dikkat ediyor ama biri düzenli spor yapıyor.

İkisininde yemek kültürleri geniş ama biri bunu yazıyor. İkisi de damak zevklerine güveniyor. Biri her tadı en az bir kez denerken diğeri yemek seçiyor. İkisi de güzel yemek yapan yerleri keşfetmeyi seviyor. İkisi de tanımadıkları veya tavsiye edilmemiş yerde yemek yemiyor. İkisi de şefin ilgisini bekliyor. İkisi de yemek yerken ortamı önemsiyor. Biri balık ve akdeniz yemeklerini tercih ederken, diğeri Türk mutfağını önemsiyor. İkisi de üzümü seviyor. Ama biri şarap, diğeri şıra olarak. İkisi de modayı yakından takip ediyor. Aynı markaları kullanmayı ve aynı mağazalardan alışveriş yapmayı seviyor. İkisi de teknolojiye ve elektroniğe meraklı. İkisi de spor giyinmeyi seviyor. Ama biri bunu başarıyor. İkisi de gözlüklü. İkisi de düşündükleri gibi yaşıyamıyor. İkiside fazlaca otomobil meraklısı. İkisininde korumaları var ama biri bunu hissettirmiyor. Biri yurtdışına diğeri yurt içinde seyahat etmeyi seviyor. Ama biri gittiği yerleri sürekli yazıyor. İkisi de ilkeli ama biri bunu fazlaca hissettiriyor.

Ülkede yapılan gazetecilikten ikisi de memnun değil. İkisi de NYT tarzı bir gazetecilik özlüyor. Ama biri bunu açıkça dile getiriyor diğeri sohbetlerde söylüyor. İkisi de Sabah'tan önce NYT ile bir işbirliği anlaşması düşünmedikleri için üzülüyor. İkisi de gazetecilik mesleği ve onurunu korumayı seviyor. İkisi de uzman muhabirliğe inanıyor. Ama ikisi de reklamveren üst yönetimleri tarafından hala bu konuda eleştiriliyor. Diğeri biraz daha fazla. İkisi de gazeteci akreditasyonundan yana ama kendi kadroları hariç. İkisi de gerekmedikçe STÖ'lerini konu etmiyor. İkisi de otorite olduklarını hissettirmekten hoşlanıyor. İkisi de "hocam" edalı kalabalığı seviyor. İkisi de aradıkları kişilerin ilk telefonda karşılarına çıkmamalarına sinirleniyor. İkisi de mütevazi görünümlü ama cool ve snoop (Tam Türkçe karşılıkları olmayınca ingilizce ifade edebilme hakkımı kullandım).

İkisi de yumuşak bir yazı üslubuna sahip olduklarını düşünüyor. Ama yazdıklarında ortalığı dağıtmayı seviyor. İkisi de birbirlerini, gazetelerinin yayın çizgisi üzerinden acımasızca eleştirirken, ardından yüzyüze bakmaya devam edecek hoşluklar yapmayı ihmal etmiyor. Gerçi Ekrem Dumanlı Ertuğrul Özkök'ün CD'si hakkında yazmadı ama eminim Ertuğrul Özkök, Ekrem Dumanlı'nın hikaye kitabı hakkında birşeyler yazacaktır. Çünkü bunun bir abi davranışı olduğunu biliyor ve abi olmaktan da her zaman hoşlanıyor.

Dumanlı, daha doğrudan mesajlar verirken, Özkök sürekli çok alternatif sunarak içinden mesajlarının algılanmasını bekliyor. İkisi de üstlendikleri misyon ve vizyonu çok fazla önemsiyor ve bunu her fırsatta hissettiriyor. İkisi de kendi okurlarını çok iyi tanıdıklarını söylüyor ama hayal ettikleri okurlara bir türlü sahip olamadıkları için duygusallaşıyor.

İkisi de Babıali'deki mürekkebin kokusunun artık değişmesi gerektiğini savunuyor. İkisi de kendi ürettikleri mürekkep kokularının reklamını yapıyor ve kokuyu yaymak için yoğun çaba harcıyor. İkisi de gazeteci ama nedense daha fazla yönetici olduklarını düşünüyor. İkisi de gazeteci ve yöneticilik şapkalarını isteyerek karıştırıyor. İkisi de "Hımbıl" gazetecilerden nefret ediyor. Özkök, özür dilemeyi erdem kabul ederken, Dumanlı özür dilenecek iş yapmamaya çalışıyor.

İkisi de başarılı birer profesyonel. Biri seksenli yılların sonu, diğeri ikibinli yılların başından beri genel yayın yönetmeni. Aralarında iki kuşak var. Biri bu görevi uzun süredir yaptığının farkında olduğunu söylüyor ama gelecekte nerede olacağını söyle-ye-miyor. Diğeri ise kendisi gibi gazetecilerin gelecekte nerede olacağını bildiğini söylüyor ama kendisinin nerede olacağını bilmiyor. İkisinin de görevi, büyük patronları vefat ettikten sonra (Allah uzun ömür versin) bırakacağına inanılıyor. İkisi de gazetelerinin en uzun süreli yayın yönetmeni. Biri dersi arka sıralardan diğeri kürsüden anlatmayı seviyor. İkisi de kurumlarından önce kendi isimlerini kullanıyor. İkisi de gazeteciler arası çekişmeleri doğru bulmuyor, okuru ilgilendirmediğini savunuyor. İkisi de kendileri ile ilgili bireysel ve olumsuz eleştirilere çizgiyi aşmadıkça cevap vermiyor. Ama diğer yazarlarının cevap vermesine de ses çıkarmıyor. Biri Pazar, diğeri Pazartesi yazıları için eleştiriliyor.

Özkök, genç gazetecilerine marka pazarlama yatırımı yaptığını söylüyor ve onları kamuoyu önünde motive ediyor, Dumanlı ise bu süreci hissettirmemeye çalışıyor. Özkök, fazlaca ekibi hakkında ve mutfaktan iç bilgi verirken, Dumanlı çok dikkatli ve az mesaj veriyor. İkisi de röportaj yapmayı ve vermeyi seviyor.
Özkök trendleri belirleme ve yönetme konusuna fazlaca kafa yorarken Dumanlı, var olan trendlerin ne kadar doğru olduğunu tartışıyor, yönetme işine doğrudan girmek istemiyor. Özkök, yazı yazma konusunda kendini sınırlandırmazken Dumanlı, sadece uzman olduğu konular hakkında yazıyor. İkisi de politikayı çok seviyor. İkisi de ekonomi yazmamaya özen gösteriyor. İkiside özel hesaplarını kendileri tutmuyor. Biri birikimlerini her türlü yatırım aracını kullanırken diğeri ağırlıklı döviz ve altını tercih ediyor. İkisi de akıl vermeyi seviyor ama akıl almayı prosedüre bağlıyor. Özkök ailesi ile ilgili yerine göre hiç beklenmedik yazılar yazabiliyor ama Dumanlı, henüz aynı fikirde değil. Özkök kendisini olumlu-olumsuz eleştirmeye özellikle dikkat ediyor. Dumanlı, bulunduğu statüyü kendisiyle özelleştirmenin doğru olmayacağını hissettiriyor.

İkisi de yazacakları bir yazı ile milyonları harekete geçirebileceklerini hissettirmeyi seviyor. Biri sayfada rengi, diğeri ise beyazı seviyor. İkiside kendi gazetelerinde yapamadıklarını diğerine eleştiri olarak yöneltiyor. İkisi de çok sesliliğe inanıyor. İkisi de çok sesli olduklarının ispatı diye övündükleri kalemleri ve köşerleri ile gerekmedikçe iletişim kurmuyor. İkisi de dışarıdan uzman birileriyle yakın çalışmayı sevmiyor. İkisi de söyleneni değil söylediklerinin yapılmasını seviyor. İkisi de kendileri olmazsa gazetenin ertesi günkü sayısının tuzsuz olacağına inanıyor. İkisi de medya şavaşlarına fazlaca karşı ama ikisi de şavaşın içinde. İkisi de sürekli bu işi bıraktıktan sonra kültür-sanat eleştirmenliğine ve yazarlığına ilgi duyduklarını hissettiriyor. İkisi de birbirinin patronu ile röportaj yapmayı çok istiyor. Biri inancını stratejik olarak yazıyor, diğeri genelliyor. Biri inancını yaşarken diğeri fırsat buldukça yaşıyor. İkisi de inançların özgürce yaşanması gerektiğini savunuyor. Biri orjinal İslamı, diğeri mantıksal islamı savunuyor. İkisi de laik değil. İkisi de İslam'ın politize edilmesine karşı ama sınırlarını çizemiyor. Acele etmemeyi biri tecrübe ederek, diğeri okuyarak öğrenmiş. Biri kaliteli insan diğeri salih insan olmayı istiyor. İkisi de makale edasında ama kendi tatlarında yazılar yazıyor.

İkisi de aynı ülkenin değil karşı mahallenin çocukları gibi davranmayı seviyor. İkisi de pazarlamayı kendi yaptıkları şey olarak biliyor. İkisi de reklamveren görüşmelerini sevmiyor. İkisi de reklamcılar ısrar etmedikçe organizasyonlara katılmıyor. İkisi de kendi düzenledikleri organizasyonlara neden bu kadar az reklamveren geldiğini hala anlamıyor. Biri reklamı fiyatına diğeri içeriğine göre kullanıyor. Biri reklam bölümünde fazlaca değişiklik yapıyor, diğeri istenmedikçe ilgilenmiyor. Biri reklam pazar payından fazlaca memnun diğeri bunun haksızlık olduğunu düşünüyor. İkisi de okur aboneliğine inanıyor ama biri bunu başarıyor diğeri sanal diyen eleştiriyor. İkisi de bağımsız tiraj denetimine inanıyor ama biri bundan faydalanıyor. Biri içerden diğeri dışardan eleman almayı seviyor. İkisi de ortak okur oranları yüzde yirmilerde iken birbirlerine ara sıra rakipmiş gibi davranmayı seviyor. İkisi de cemiyetlerini özeleştirmekten kaçınıyor. Biri birini meşrulaştırmama, diğeri pazar payı hesapları yapıyor. Özkök, Zaman'a Dumanlı Hürriyet'e röportaj vermeyi seviyor. İkisi de ödül vermeyi değil almayı seviyor. İkisi de bir an yer değiştirse gazetelerin eksiklerini nasıl gidereceklerini çok iyi bildiklerini düşünüyor. Biri işadamı gazeteciliği yapıyor, diğeri yap-a-mıyor eleştiriyor. İkisi de üniversitelerdeki gazetecilik eğitimini eleştiriyor. Ama ikisi de İletişim Fakülte'lerinde ders ver-e-miyor.

Biri yaptıklarından mutlu olmayı diğeri mutlu olacağı şeyleri yapmayı seviyor. İkisi de yüksek oktanlı bencil. İkisi de sosyal ilişkilerde zayıf. İkisi de herşeyi iş olarak görüyor. İkiside kolay ulaşılabilir. İkisi de okuru müşteri, gazeteyi günlük hızlı tüketim ürünü olarak görmüyor. İkisi de gazeteciliği kutsal bir meslek olarak görüyor. Ama bu işi yapanları yönetenlerin şeyh, gazeteleri de dergah olarak isimlendirilmesine karşı çıkıyor. İkisi de istenirse ülkenin çözemiyeceği sorun olmadığına inanıyor. İkisi de ülke yararına olan şeyleri sürekli desteklediklerine inanıyor. Biri hükümeti sürekli eleştirerek diğeri sessiz kalarak destekliyor. İkisi de RTE karakterini seviyor. Biri Osmanlı olmakta sakınca görmezken diğeri Türk diye anılmaktan mutlu oluyor. İkisi de global düşünüyor. İkisi de eğitim seviyesinin hızla yükseltilmesine inanıyor. Ama biri bu konuya uluslararası destek verirken, diğeri hala AÇEV ile yetinip, diğerini görmezden geliyor ve sessizliğini koruyor.
İkisi de iyi birer lider olduklarını düşünüyor ama megolamani çizgilerini sürekli doktor kontrolünde tuttuklarını hissediriyor. Biri Kanarya, biri Kartal. İkisi de potansiyel kulüp başkan adayı. İkisi de politikadan spora fanatiği olduklarını görüşlerini bir Mevlana üslubunda vermeyi seviyor. İkisi de trendleri belirlemeyi seviyor ama trend kelimesini kullanmaktan nefret ediyor. İkisi de okurun ne istediğinin bilmediğini düşünüyor. İkisi de eğitim düzeyi yüksek bir okur kitlesinin kendisini daha iyi anlayacağına inanıyor. İkisi de sadece onları okumak için gazete alan okur sayısını merak etmiyor. Ama internetteki tıklarını düzenli takip ediyor.
İkisi de eski birer militan. Biri kibar, diğeri harbiden. İkisi de lider doğulduğuna inanıyor. İkisi de kendilerinden sonra rekabetin daha da acımasız olacağını düşünüyor. İkiside şeffaf geçirme gazeteciliğini eleştiriyor ama ince işçiliklere şapka çıkarıyor. İkisinin de kendilerine biat etmiş genç yazarları var. İkisi de görsel danışmanlarından fazlaca memnun. İkisi de iyi bir insan, iyi bir baba. Ama önce gazeteci olduklarını düşünüyor ve hergün değişiyor. Ama gelişerek değiştiklerine inanıyor her ne demekse...

Pazartesi, Ağustos 10, 2009

TRT ve Reyting-2 ( Cumhuriyet ve Haber-Sen)

Bu arada konuyla ilgili Cumhuriyet'te Selda Güneysu imzalı bir haber-yorum (aşağıda) yayınlandı. Haberde sayın Güneysu'nun konuyla ilgili sadece Haber-Sen Genel Başkanı Ali Yılbaşı'nın yorumlarına yer vermesi oldukça düşündürücüydü. Bu durum, sayın Güneysu'nun niyeti dışında hiçbir şeyi desteklemiyor. Çünkü sayın Yılbaşı'nın demeçleri tam bir talihsizlik. Bu tür arkadaşlarımızın temsil ettiği kurumları ve buraya üye kişilerin bilgi düzeylerini düşürmemeli. Ayrıca Cumhuriyet'in bu tür arkadaşlara, yorumlarını destekler konuşmalar yapsalarda imkan vermemesi gerekmez mi ? Bakarmısınız söylediklerine;

Uzun zamandır AGB'nin reyting ölçümlerinden şikayetçi olan TRT Genel Müdürlüğü, yayınlarının reytingini ölçmek için bir şirket kurulması amacıyla ihale açtı.

TRT Genel Müdürlüğü, internet sitesinde yayımladığı ihale sözleşmesi ile kurum yayınlarının reytinginin ölçülmesi için bir şirket kurulacağını duyurdu. İhale sözleşmesinde yer alan“İhale bedelinin yüzde 50’si ihaleyi alan şirkete peşin verilir” hükmü de kamu hizmeti yayıncılığı yapan TRT’nin kaynaklarının ne şekilde harcandığı sorusunu akıllara getirdi. TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin, 18 Ocak tarihinde AKP’ye yakınlığı ile bilinen Yeni Şafak gazetesine verdiği bir demeçte, “reyting ölçümlerine itiraz ettiklerini” dile getirmişti. TRT’nin kurduğu yeni reyting ölçüm şirketi ile 15 ilde 2 bin 684 denek ile ölçüm yapılacak.

‘Yasamızda yok’

Haber-Sen Genel Başkanı Ali Yılbaşı, “TRT yönetimi halkın parasını har vurup harman savurmaya devam ediyor. Her yayın kuruluşunun kendi reytingini ölçtürdüğü görülmüş şey değil. Reyting ölçtürmek, bunun için ihale açmak TRT’nin görevi hiç değil. TRT’nin reyting savaşına girmesi de doğru değil. TRT kamu hizmeti yapıyor. Reyting savaşı ticari yayın kuruluşlarının işi. TRT yönetimi öncelikle bu anlayışı terk etmelidir” dedi.

Reyting ölçümünün bağımsız kurumlar tarafından yapılması gerektiğinin altını çizen Yılbaşı, TRT’nin mevcut 2954 sayılı yasasında, kurumun görev ve yetkilerinin açıkca belirtildiğini, bu yasada kurumun “reyting ölçüm şirketi kurabileceğine” ilişkin bir hükmün yer almadığını belirtti.

Yılbaşı şunları söyledi: “TRT yönetimi halkın parasıyla bir reyting ölçüm şirketi kurduracak. Sözleşme taslağına göre ihale bedelinin yüzde 50’si, ihaleyi alan şirkete peşin verilecek. Bu ‘al parayı şirketi kur’ demekten başka bir şey değil. TRT’den para alarak ölçüm yapan bir şirketin verilerine kim güvenir? Parayı veren TRT, ölçüm yapılan evlerin bilgisine de sahip olacaktır herhalde.

Kendi reyting ölçümü için ihale açan başka kamu ya da özel yayın kurumu var mı? Halkın parası çarçur edilmeden bu ihale iptal edilmelidir. TRT yönetiminin bundan vazgeçmemesi halinde Haber-Sen yargıya başvuracaktır. Bugüne kadar olduğu gibi İbrahim Şahin’in yasalara aykırı bu girişimine de yargının ‘dur’diyeceğine inanıyoruz

Selda Güneysu/Cumhuriyet


Her kamu kurumu, devletin topladığı vergiler ve varsa kendi verdiği hizmetlerin karşılığında aldığı paralarla çalışır. Har vurup harman savurma sözü ise Haber-Sen Başkanı söylüyorsa rakamlarla ifade etmesi gerekir. TRT bir kamu kuruluşu olabilir ama bu onun izlenme oranlarını ölçtür-e-meyeceği anlamına gelmez. Her yayın kuruluşunun kendi ölçümünü yaptırdığı görülmüş şeydir. Zira ortak ölçüm yaptırmak, bağımsız ölçüm yapmanızı engellemez, engelleyemez, engellememelidir. TRT'nin dışarı iş yaptırırken kanuni olarak yapması gereken ihale açmasıdır. Asıl büyük problem, TRT'nin reyting savaşına girmemesidir. Hele aynı izleyici ve tüketici kitlesinden bahsederken.
Sayın Yılbaşı'nın TRT'nin yasalarla belirlenmiş görev ve sorumluluklarını ise katılmasa bile okuyup, öğrenip ondan sonra Cumhuriyet gibi bir gazeteye görüş bildirmesinde yarar vardır. Çünkü gazete okurları da televizyon izleyicileri de aptal değil, birer müşteridir.



Cuma, Ağustos 07, 2009

Reklam Yatırımları Yüzde 25 Azaldı

Doksanlı yıllarda Manajans JWT'te çalışırken en çok önemsediğimiz konulardan biri de ülkemizdeki reklam yatırımlarını güvenilir rakamlarla reklamverenlerimize ve sektöre açıklanmasıydı. Bu konuda o tarihlerde ülkemizdeki tek güvenilir kaynak, Emre'nin başında bulunduğu Araştırma bölümümüzün çıkardığı titiz çalışmalardı. Araştırma bölümümüzdeki arkadaşlar, daha çok gazete kullanılan o dönemde, her gün günlük gazetelerdeki reklamları tek tek ölçümleyip bilgisayara kaydederlerdi. O bilgiler, daha sonra raporlaştırılır ve kitapçık haline getirilerek ilgili kişilere ve ayrıca sektörde isteyenlere gönderilirdi.

Düşünsenize, ülke reklamcılığın hızla geliştiği yıllarda, rakamsal veri tutulan bir ortam yok. Balık baştan kokarmış. Bu konuda ne reklamverenler ne de ajanslar elini taşın altına koymamış. Sektör hakkında bilgi sahibi olmak istediğinizde eliniz kolunuz bağlı. Çünkü yapacak bir şeyiniz yok. Çünkü bu işi yapan yok. Ajansların medya bölümlerinin yeni kurulduğu dönemlerden bahsediyorum. Ama E.Y. Acıman bütün zorluklara ve tüm masraflarına rağmen bu verilerin çıkarılmasını onaylamış ve sektörün ilk mecra ve müşteri özelindeki medya kullanımları raporlarıda işte böyle çıkarılabilmişti.

İkibin onlu yıllara geldiğimiz günümüzde ise hala bu konuda bağımsız bir veri üretilemiyor. Dedim ya işte balık baştan kokarmış. Şimdi diyeceksiniz ki Bilişim Adex var. Evet Bilişim var ama kastettiğim reklam alanları değil sizde biliyorsunuz. Gerçek yatırım rakamlarından bahsediyorum. Herkesin merak ettiği, kapalı kapılar ardında tahmini çıkarılmaya devam eden ve birbirini tutmayan rakamlardan. Bu konuda RD bir dönem çok çalıştı ama kimse gerçek rakamları söylemeye yanaşmadı. Onlarda güvene dayalı açıklamalarla artık yılda bir ya da iki liste açıklıyorlar. Yurtdışından ülkemizle ilgili bu tür bilgiler aradığınızda karşınıza Zenith'in verileri çıkıyor. Onlarında doğruluğu hakkında da birçok ajans ve mecra hala hem fikir değil. Nasıl olsun ki ! Ama hiçbir veri olmamasındansa kaynak belirtip geçmek daha kolay geliyor.

Sektörün STÖ'leri ne yapıyor ? Malesef TIAK, BIAK, RIAK, IAB'ı oluşturan sektör bağımsız medya yatırım harcamalarını çıkaracak organizasyonu bir türlü kurulamıyor. Neden ? Basit ifadesiyle kimse kimseye güvenmiyor. Güvenemiyor demiyorum dikkat edin, güvenmiyor. Neden ? Çünkü güvenmek kimsenin işine gelmiyor. Güven, bir kişinin veya kurumun işine gelip gelmemesiyle ilgili olmamalı. Ama öyle işte... Özet olarak, yıl 2009, Türkiye'deki gerçek reklam yatırımları ile ilgili rapor çıkarmaya kalktığınızda abolo,şobolo... gerisi humma...
A.M.A.C. olarak "...denetlenemeyen rakamlarla başarıya ulaşılamaz" demiştik ya, işte bahsettiğimiz tam da buydu. Yetmiş milyon nüfuslu bir ülke, 3 milyar dolarlık bir pazar. Dörtte biri çizginin altı, gerisi üstü. Kişibaşı milli gelir 12 bin, reklam yatırımı 40 dolar. gerisini siz düşünün.

Peki sektör neden bağımsız medya yatırımlarını ölçümleyemiyor ? Çünkü kimse bağımsız ve tarafsız bir ortam oluşturmak ve orada olmak istemiyor. Dilleri söylesede kalpleri istemiyor misali. Ama onlara sorsanız, medya hassas bir konu, patronların öncelikleri farklı deyip çıkaveriyorlar işin içinden. Yani dediklerinin arkasında duramıyorlarda nasıl olsa patronlara gitmez bu soru diye salınıyorlar. Kelli-felli, etek-ceketli insanlar yani... Ha bu arada hemen size gelişmiş ülke örnekleri verip hangi ülkede tam ölçümleniyor ki deyiveriyorlar. Sanki onlarda olmaması bizim içinde önemli bir ölçüymüş gibi. Atatürk onlara muassır medeniyetler seviyesine ulaşın ama geçmeyin demişte bizim haberimiz olmamış gibi. Ne yapalım ? Bizim gerçeğimizde bu. Hayırlı-sı olsun. Yeni nesle kadar bekleyeceğiz çaresiz. Bu arada unutmadan siz sektörün büyümesi ve önündeki engellerin kaldırılması için çalışın çalışabildiğiniz kadar. Ne demek se ! Aslında konunun tek çözümü var o da belli. Belki de ondan dolayı şimdilik kimse ses etmiyor ! Nedir çözüm ? "Bağımsız Medya Denetimi" Tek yol devrim yani. Ama medya devrimi.

Bu kadar kendimizi çuvaldızlamadan sonra konumuza dönelim. Eminim sektörde birçok kişi krizin ülkemiz reklam yatırımlarına etkisini merak ediyor. Bugün IAA Turkiye Chapter'ı üyelerine ilk kez yıllık bir iaamewsletter gönderdi. Başta Mehmet Ali Yalçındağ ve ekibine teşekkür ederim. Oldukça yararlı bir iletişim oldu. Bu mektupta en önemli ilklerden biri de, benimde kurulmasına ve çalışmasına önemli katkılar sağladığım, ülkemizin en önemli medya yatırımları kaynağı olan, DYG Reklam Platformu kaynaklı tablo oldu. Bu Platform, şu anda ülkemizdeki sektörün en büyük ve etkin bilgi kaynağıdır.

Aşağıda sizlerle de paylaştığım bu tabloda Ocak-Mayıs 2009-2008 karşılaştırmalı mecra özelinde yatırım rakamları ve değişim oranlarını bulacaksınız. Öncelikle bu bilgileri paylaştığı için DYH nezninde Mehmet Ali beye teşekkür ederim. Bildiğiniz gibi şimdiye kadar yaptığı rakamsal açıklamalarda kaynak belirtmekten hep kaçınmış ve ben dahil bir çok kişinin olumsuz eleştirilerini almıştı. Ama bu kez grubu adına bilemiyorum ama sektör için son derece faydalı bir iş yaptığını söyleyebilirim. IAA Başkanı olarak kaynaksız konuşmanın dayanılmaz rahatsızlığından sıkılmış olmalı. Çok faydalı bir iş diyorum. Çünkü, bu verilerin alt yapısının oldukça güçlü ve güvenilir olduğunu ben biliyorum. Bu bilgilerde satış sorumlularından, araştırma bölümlerine oradan da bilgi sistemlerine kadar birçok çalışanın ciddi uğraşısı var. Onlarda her bilgiyi titizlikle kontrol edip çapraz sorgulamalarını yaparak sisteme giriş yapıyorlar. Tıpkı doksanlı yıllarda Manajans Araştırma Bölümünün yaptığı gibi.

Diyeceksiniz ki rakamlarla oynanamaz mı ? Tabiki oynanır ama grubun halka açık şirketleri ve sahip olduğu pazar payı düşünüldüğünde bu şüpheciliğin sonu sizi nereye götürür bilemem. Bu verilerin hala benim dönemimdeki gibi çalıştığını biliyor ve diyorum ki, bu rakamlar sektörde sadece artı-eksi yüzde onluk bir sapma gösterir varın sektör için önemini siz düşünün.

Rakamlara bakıldığında iki mecra dışında artış olmadığını görüyoruz. Internet'in artık sektörde üçüncü etkin mecra olarak yerini alması şaşırtıcı değil. Yakın gelecekte MobilMedya (MobileMedia) olarak (TV+Cep Telefonu+Internet) bütünleşik ve interaktif mecra haline geldiklerinde pazarın yüzde altmışının üzerinde bir paya sahip olacaklarını düşünüyorum. Sinema'nın krize rağmen talebe paralel büyüme göstermesi de gayet sağlıklı görünüyor. Ama gazete mecrasının yüzde otuzbeşlik pazar payından yüzde yirmisekizlere bu kadar hızlı düşüşünü, strateji hatası ve düşüşün yönetilememesi olarak yorumluyorum. Ayrıca Basın Reklam Platformu ve Kırmızı'da olmasa düşüş daha mı fazla olurdu diye düşünmeden de geçemiyorum. Biliyorum siz yine, tabelaya bakalım, sonuç ortada bunlar pek işe yaramamış, diyebilirsiniz. Biliyorsunuz sürekli BRP ve Kırmızı'nın gazete mecrasına ve sektöre katkısı mutlaka açıklanmalı diye her fırsatta söylüyorum. Umarım açıklama bu tablodan sonra gelir de kafalardaki bir çok soru cevaplanır. Yoksa bu çabalar, başarısız hikayeler olarak sektörün tarih arşivlerinde yerini alır.
Bu rakamlarla bir de yıl sonu tahmini yaparsak. Yılın iki dönemini yüzde 45-55 diye olumlu oranladığımızda yıl sonunda 2 milyar dolar seviyelere ancak gelebileceğimiz görünüyor. Ama bunun altı gerçekleşirse yılı 500 milyon dolarlık bir kayıpla kapatmamız kaçınılmaz görünüyor.

Bu tabloda cevaplanması gereken en önemli soru; Nasıl oluyorda Amerika ve Avrupa gibi krizin derinden etkilediği ülkelerde reklam yatırımları, bizden daha az düşüş gösteriyor sorusuna cevap bulmaktır. Buna sektörün ileri-geri gelenleri; işte biz yıllardır aynı şeyi söylüyoruz, ülkede reklamın sürekliliğine hala inanılmıyor. Kesmeyin kardeşim şu reklamları diyoruz ama anlatamadık falan diyeceklerdir. Sorunun tek cevabı bu olmasa gerek.

Lütfen bu kez patronlara karşı olmasa bile kendimize karşı samimi olalım. Mecra-ajans-reklamveren arasında yıllardır var olan kişiye ve firmaya özel alım-satım ve özel anlaşma koşullarında uygulanan yöntemleri artık yeterli değil. Bağımsız medya denetimi olmadığı bir ülkede rasyonel ve serbest piyasa koşullarında işbirliklerinin olamıyacağını kabul edelim. Yılın geri kalanını kazanmak için gün, yıllanmış ve yıpranmış yöneticilerimizin yöntemlerini değiştirme günüdür. Rakamları doğru okuyalım, hedefleri kendimiz belirleyip gerçekleştirmekten vazgeçelim. Başarı için rakamların bağımsız denetlenmesine izin verelim. Kendimize yapılmasını istemediğimizi başkasına yaparak mutlu olmaktan vazgeçelim. Pazarlama yatırımlarımızı yönetirken bağımsız bir bilenden destek almak sizi ancak güçlü kılar unutmayalım.

Perşembe, Ağustos 06, 2009

TRT ve Reyting-1 ( Sektör ve TIAK )

TRT, reyting (rating) ölçümleri konusunda nihayet kararını açıkladı ve 17 Ağustos 2009 tarihinde bir ihale açtığını duyurdu. Öncelikle bu kararlarından dolayı sayın İbrahim Şahin'i tebrik ederim. Geçikmiş ama yerinde bir karar verdiler. Sektöre hayırlı olsun. Keşke, bu kararı yılın başında verebilselerdi. Çünkü aynı gemideyiz. Eğer kararı, geçtiğimiz Ocak ayı başında uygulamaya koymuş olsalardı, TRT yedi aydır kendi izlenme oranlarını ölçtürmüş, hem kendi hem de reklamverenlerinin merak ettiği bir çok soruya cevap bulmuş olacaktı. Şimdi sistemin uygulamaya geçebilmesi gelecek yılın ilk çeyreğini bulacak görünüyor.

Peki şimdi ne olacak ? Reklamverenler, medya ajansları, kanallar ve yapımcılar ya iki farklı kaynaktan gelecek reytinglerle daha sağlıklı planlama yapabilecekler ya da herkesin kafası karışacak. Tabiki dileğimiz herkesin daha sağlıklı ve sorunsuz planlamalar yapabilmesi. Ancak bu yeni yapının sektörde kabul görmesi demek en az iki yıl demek. Bu aşamadan sonra sadece TIAK ve TRT değil RTÜK'ün de yeni üstlenmeye çalıştığı rolüde dikkate alındığımızda tarafların kısa sürede anlaşması imkansız gibi görünüyor. RTÜK ile ilgili konuyu bir sonraki yazıya bırakarak şimdi TRT'nin bu girişiminin olumlu taraflarına bakalım.
  1. TRT bu girişimi ile televizyon izleyicisi ve reklamverenlerinin tercihlerini önemsediğini gösterdi. Bu, hem sektör hem de rekabet açısından çok önemli. " Ben bir devlet medya grubuyum, planlanan ve bana düşen programları en iyi şekilde yapar, yayınlarım. İsteyen bizi seyreder, isteyen diğerlerini. İsteyen reklamverir, istemeyen vermez, bütçe problemimiz yok" tavrının sayın Şahin döneminde devam etmiyeceği gösteriyor. (TRT'de PTT gibi Şahin döneminde kurumlar vergisi rekortmenleri listesinde sıralamaya girer mi dersiniz ?)
  2. Sektördeki araştırma yatırımlarını artırması açısından son derece olumlu.
  3. Televizyon ölçümlerinde karşılaştırılabilir verilerin ortaya çıkması hem sektör hem de reklamveren açısından olumlu.
  4. İhaleye işin uzmanı uluslararası firmalar katılabileceği gibi işin uzmanı tüzel kişi ve kurumlarında katılabiliyor olması olumlu.
  5. TIAK ihalesine girecek firmalar için bu ihale ikinci bir fırsat olması açısından önemli. Nielsen, GFK'nın buraya da teklif vermek istediklerini biliyorum. Ama AGB'de buraya teklif vermeli. Çünkü TRT'nin AGB ile ilgili olumsuz yorumlarının birçoğu TIAK'ın TRT'nin sorularına cevap vermemesinden kaynaklanıyor. TRT'nin amacının üzüm yemek olduğuna göre artık bağcıyla ilgilenmekten vazgeçmeli. Belli mi olur, gün döner TRT, AGB ile çalışır. O zaman ne olacak ?
  6. İki ihaleyi aynı firmanın veya farklı firmaların kazanması gibi iki durumda da sektör adına olumlu bir kazançtır.
Konunun olumsuz taraflar ise;

  1. AGB'nin TİAK'ın istediği ve sözleşme ile belirlediği kurallara göre bir ölçümlemeyi yaptığını biliyoruz. TİAK'ın AGB'yi başından beri yeteri kadar denetleyemediği ve bununda pek farkında (!) ol-a-madığını anlıyoruz. İhale şartnamelerine göre araştırma şirketlerinin iki ihaleye de teklif verebiliyor. Ayrıca bu firmaların duygusal davranma gibi bir lüksleri de yok.
  2. TRT'nin kendi ölçüm sistemini kurdurması sektörde çok seslilik ve rekabet açısından olumlu gibi görünsede 1,2 milyar dolarlık televizyon reklam pazarında tarafların restleşerek ihaleler açmaları tam bir olumsuzluk. Zira bu kadar küçük bir pazarda iki veya daha fazla reyting ölçümleme sisteminin kurulması aynı zamanda zor ve yorucu süreç. Bu süreç alternatif ve interaktif medya kullanımını artıracak ve daha düşük bütçelerle daha etkin erişimler elde edecek olan reklamverenlerin televizyon kullanımını azaltacaktır.
  3. TRT'nin uzun yıllardır sektörle ciddi bir iletişim problemi yaşadığını biliyoruz. Bunun nedenlerinden biri de Ankara merkezli yönetim sergilemeleridir. Bir diğeri buna parelel kadrolarında sektörü bilen veya sektörün bildiği uzman kişilerle çalışmamaları dır. Yeni süreçte başarılı olmak istiyorlarsa bu eksikliklerini hızla düzeltmeleri gerekir.
  4. TRT'nin ölçümleme sistemleri ile ilgili ciddi bir ön hazırlık yaptığı anlaşılıyor. Bu hazırlıkların sektör açısından değerlendirmesinin tek taraflı veya sadece TİAK ölçümlerine itiraz eden düşük erişimli kanallarla yapılmaması gerekir.
  5. İhale şartnamesine göre düşünülen sistemin 2009 yılında 15 ilde 2684 haneye konulacak panellerle ölçümleneceği belirtiliyor. Oysa bu noktaya gelinmesinin nedenlerinden biri de il ve hane sayısının azlığıydı. Şimdi sadece illeri değiştirerek hareket edileceği anlaşılıyor. Bu da TÜİK 2007 rakamlarına göre ülke tüketimin yüzde ellisini İstanbul (yüzde 23,1), Ege ( yüzde 15,1) ve Akdeniz (yüzde 12,6) olduğu düşünüldüğünde il seçiminde seçilme kriterin tüketimden nüfus yoğunluğa kayması kaçınılmaz görünüyor. Dün en fazla tüketim harcaması yapanlara göre olan tercih şimdi nüfus yoğunluğuna göre tüketim tercihlerine dönüştürülmüş olacak. Bunun yeteri kadar tartışılmadan verilmiş bir karar olması sektör adına olumsuz.
  6. Konunun medya ajans iletişimi boyutunun yetersiz olması
  7. ...
Bu arada sektör olarak bizim de acil olarak düzeltmemiz gerekenler noktalar var.

TIAK'ın 17 yıl sonra da olsa bir an önce yasal bir yapıya kavuşması. TIAK ve BIAK'ta medya ajanslarını ve mecraları temsil edenlerin teknik, planlama, satınalma boyutlarını bir an önce öğrenmeleri veya bilenlerle temsil edilmeleri. Reklamverenlerin TIAK'ın yönetim değil denetim yapısı içinde olması.TIAK ve BIAK gibi oluşumların IAA çatısından ayrılıp IAB gibi bağımsız tüzel kişiliklere kavuşturulması.
Umarım IAB'ın tüzel ve resmi kişiliği tamamlanmıştır. IAB, TIAK, BIAK gibi oluşumların başkanlığının bir ajans başkanı veya reklamveren temsilcisi tarafından yapılması oldukça düşündürücü ve sağlıksızdır. Eğer karar tarafsızlık adına alınmış ise daha da düşüncürüdür. Bu tür platformların başkanlığının dönüşümlü olarak medya şirketi yöneticilerinin yapması daha sağlıklı olacaktır.



KENDİ REYTİNG ÖLÇÜM SİSTEMİNİ KURMAYA HAZIRLANAN TRT DİĞER KANALLARA DA ÇAĞRI YAPTI

TRT'nin kendi reyting ölçüm sistemini kurmak üzere ihale açtığının medyada yer almasının ardından bir açıklama yapan TRT, diğer kanalların da sisteme katılabileceklerini duyurdu.


TRT Genel Müdürlüğü tarafından yapılan açıklama şöyle:

TRT, REYTİNG ÖLÇÜM SİSTEMİNDE ÇIĞIR AÇIYOR

TÜRKİYE YEPYENİ BİR REYTİNG ÖLÇÜM SİSTEMİNE SAHİP OLUYOR

Hızla büyüyüp ve uluslararası bir medya kuruluşu haline gelen ve bünyesinde 9 televizyon kanalı bulunan TRT’nin hangi sıklıkla kimler tarafından izlendiği tam olarak bilinememektedir.

Türkiye’deki mevcut izlenirlik ölçüm sistemine göre; reklam verenler, reklam ajansları ve televizyon kanallarının katılımıyla oluşturulan ve hukuki statüsü bulunmayan bir kurul; yabancı bir şirkete izlenirlik ölçümü yaptırıyor.

Türkiye’deki mevcut izlenilirlik araştırmalarının tamamen ticari gaye gütmesi ve verilerin çelişmesi nedeniyle kamuoyu tarafından sistemin doğruluğu sorgulanmaktadır.

Bu yüzden de TRT kanallarının izleyiciye ne oranda ulaştığı, izleyicinin ihtiyaçlarına cevap verip veremediği; izleyicilerin yayınlarımızın kalitesine ilişkin tutumlarının ve görüşlerinin ne olduğunun araştırılması için TRT; açık ihale sistemiyle yeni bir izlenirlik araştırma sistemi geliştirecektir.

17 Ağustos 2009 tarihinde yapılacak ihaleden sonra 15 ilde 2 bin 684 denek tespit edilip izlenirlik araştırmaları son teknoloji kullanılarak; doğru ve etkin biçimde yapılacaktır.

Türkiye’nin güvenilir, etkin izlenirlik sistemine kavuşması için ihale açan TRT, yeni sisteme katılmak isteyen televizyon kanallarının da izlenirlik ölçümünü “ortaklık yöntemiyle” ya da “ücretli çalışma” sistemiyle yapabilecektir.

Kamu yayıncılığı sorumluluğu bugüne kadar hakkıyla yerine getiren TRT; yeni reyting sistemiyle de Türk medyasındaki izlenme oranlarındaki “güvenilirlik sorununu” çözecektir. TRT yasalarına uygun olan yeni izlenirlik ölçüm sistemleri, mevcut sisteme göre de oldukça ucuz ve güvenilir olacaktır.

Kaynak: Medyatava 05.08.2009 17:54:00


http://www.trt.gov.tr/Duyuru/DuyuruDetay.aspx?DuyuruKodu=c78efc5a-4bca-4bcf-874f-a353cd3115ec