Perşembe, Ekim 22, 2009

Hürriyet'in Liderliği...

Bugün Ertuğrul Özkök'ün Sedat Ergin için yazdığı "O gün içimden geçen" yazısını okurken neden Hürriyet'in bu ülkenin en büyük ticari gazetesi olduğunu ve sayın Özkök'ün hala aynı görevde kalabildiğini düşündüm. Sedat Ergin'e " gitme Hürriyet'te kal dedim ama kararını kendi verdi ve gitti " derken belki de Sedat Ergin'in özelliklerini en iyi bilen biri olarak Milliyet'e o hedeflenen sıçramayı yaptıramayacağını tahmin etti ama bunu söyleyemiyeceği içinde sustu. Çünkü arkadaşı Sedat Ergin'in bunu kendisinin yaşayarak görmesi ve öğrenmesi gerekiyordu. Çünkü iyi bir gazeteci olmak ile mecra yöneticisi olmak arasında çok fark vardı. Bunun en iyi bilen kişide "Sedat'ın arkadaşılığını kaybetmekten" korkan kendisiydi.

Sonuçta Özkök hem arkadaşını kaybetmemiş, hem gazetesindeki eski güç kaynağını yeniden kazanmış, hem de gelecekte yerini alacak kişinin Sedat Ergin olamıyacağı anlamış oldu. Sedat Ergin'in bu deneyimden sonra geldiği nokta ise Mehmet Yılmaz, Yalçın Doğan, Hasan Cemal gibi "eski genel yayın yönetmenleri" nden çokta farklı olmadı. Sedat Ergin'in bu görevi kabul ederken, başarı veya başarısızlık halindeki sonuçları çok iyi analiz ettiğinden eminim. Aslında sonuç, sayın Ergin'in düşündüğü alternatiflerin içinde zaten vardı. Diğer sonuç ise onu Hürriyet'in gelecekteki en güçlü Genel Yayın Yönetmeni adayı yapacaktı. Böyle bir ihtimal için bu tecrübe yaşanmaya değerdi. Sedat Ergin'de kendisi için en doğrusu yaptı ve denedi. Milliyet'in teklifini kabul etmese ve Hürriyet'in Ankara Temsilcisi ve Genel Yayın Yönetmen adayı olarak kalsa uzun süre ya Hürriyet'in Genel Yayın Yönetmeni olamayacağı ya da görev teklif edildiğinde başarılı olup olamayacağını düşünüp duracaktı. Diğer taraftan görev Sedat Ergin'e değil de başka birine teklif edilse bu, kurumsal etik açısından da doğru olmayacaktı. Sonuçta her zaman olduğu gibi doğru stratejiyi düşünen ve uygulayan Özkök oldu. Sedat Ergin ise fazla bir şey kaybetmedi.Yapabileceğini düşündü, istedi, denedi ama olmadı. Burada sayın Özkök ve Ergin'den çok Milliyet okurunun ve dolayısıyla da yönetimini ne kazanıp ne kaybettiğine bakmak gerekir. Ama yazımızın da konusu henüz bu değil.

Yayın hayatına başladığı günden bugüne Hürriyet gibi bir gazetenin hala pazarında lider ve referans mecra olması çok önemli. Çünkü ticaret hacmi büyüyen, reklamcılığı gelişen ve eğitim seviyesi hızla yükselen bir ülkede son dönemlerde, fazlaca eleştirilse de Hürriyet'in hala satın alınması, rakiplerinin bilmediği ama okurun bildiği çok önemli şeylerin olduğunu gösteriyor. Aslında bu konu, iletişim bilimleri fakültelerinde ciddi bir doktora tezi konusu bile olabilir.

Liderlik Hürriyet'i, reklam pazar payı en yüksek gazete olarak ödüllendiriyor. Hatta tek başına reklam satışı yapan bir mecranın dört büyük TV kanalına ciddi bir rakip olmasını sağlıyor. Hürriyet'in bu ülkenin lider gazetesi olmasında mutlaka araştırılması ve rasyonelleri ile açıklanması gereken birçok neden var. Ama bu konudaki en temel soruyu onunla rekabet etmeye çalışan rakiplerine yani onların genel yayın yönetmenlerine sormamız gerekmiyor mu ?  Nasıl oluyor da Hürriyet, bu kadar uzun süre açık ara lider kalabiliyor ? Bu kadar uzun süre rekabet ettiğiniz bir mecranın bırakın önene geçmeyi aradaki farkı bile kapatamıyorsanız yapmanız gereken "Hürriyet artık eskisi gibi değil, marka imajı büyük zarar gördü, makas kapanıyor" gibi irasyonel söylevler geliştirmek olmamalı. İrasyonel diyorum çünkü bilinen araştırma ve rakamlar hala bu söylevlerin hiçbirini tam olarak desteklemiyor.  O zaman bu yöneticilerin yapması gereken, görevlerini kendinden sonra gelenelere bir an önce bırakmak olmalı. Ama bunu yapamıyorlarsa da Hürriyet'in bu ülkede farklı bir yerini olması normal karşılanmaları gerekiyor. İş ve siyasi çevrelerin Hürriyet'e bakışının farklı olmaya devam edeceğini içlerine sindirmeliler.  Çünkü tüketicinin bu mecraya verdiği değer onların yönettiği mecralara verdiği değerden hala yüksektir. Hürriyet, ülkenin iletişim mecraları arasındaki liderliğini iç ve dış rekabetsel tüm çabalara rağmen korumaktadır. Çünkü bu ülkenin ve mecra tüketicisinin Hürriyet gibi bir gazeteye ihtiyacı devam etmektedir. Hürriyet gibi ikinci bir mecrası olmayan bir ülkede, var olanı yok etmeye çalışmak öncelikle sektöre zarar vermektir. Sektöre zarar vererek şimdiye kadar başarı elde etmiş hiçbir mecra veya grup yoktur. Yaşanan son iki ihtilale ve yapılan bir çok yanlışa rağmen mecraların ve Hürriyet'in bugün durduğu yer önemlidir. Çünkü Hürriyet, Pako ismiyle köşe yazarlığını kaldırabilen ve eski genel yayın yönetmenlerini yazmaya can attığı bir mecradır.

Hürriyet'i Hürriyet yapan en önemli neden, okurun ona verdiği değer ve ülkenin hala ilk ve tek ticari gazetesi olmasıdır. Unutulmaması gereken, mecraları mecra yapan patronları değil tüketicileri ve reklamverenleridir. Patronlar değişebilir ama tüketim anne-babadan çocuklarına, reklamverenlik ise yöneticiden ekibine geçen ticari ve rasyonel ama duygusal bir mirastır.
Belki de  logosundaki "Türkiye, Türklerindir" yazısı bu nedenle bugün bile fazla duygusal ama aynı zamanda stratejik bir öneme sahiptir. Kurucusu Sedat Simavi Hürriyet'in bugünlerini tahmin etmişmiydi bilemiyoruz. Ama bu ülkenin en önemli mozaiğini temsil eden bir cemiyetin mensubu olarak çocuklarının, babalarının zekasını, reklam vermek için Çağaloğlu'ndaki binalarının önünde kuyrukta sıra bekleyen reklamverenleri ve Eminönü İskelesi'nin önünde akşam baskısını bekleyen tüketicileri gördüklerinde onayladıklarını düşünüyorum.
Lider bir mecra veya markaya sahip olmak her zaman sahipleri için bir ayrıcalık olmuştur. Olmaya da devam edecektir. Burada sorun ayrıcalığın sahiplerine sağladığı faydadan çok yöneticilerine sağladığı faydadır. Tartışılması gerekende budur. Ülkesinde lider bir markanın yönetimine getirilen kişilerin en temel görevlerinden birisi öncelikle o markanın pazarında liderliğini sürdürmesi ve pazar payını korumasını sağlamaktır. Bu bir başarı değil görevdir. Başarı ise pazar payını arttırmak ve o markanın bir dünya markası olması için yapılan rasyonel çalışmalardır. Ertuğrul Özkök'ü bir de bu açıdan değerlendirmek gerekir. Bunu en iyi değerlendirecek olanda biz değil öncelikle Hürriyet yönetimidir.

Ertuğrul Özkök'ü sadece yazdıkları ile değerlendirebilir hatta yargılayabiliriz. Ama bu onun başarılı bir yönetici olmadığı anlamına gelmez. Özkök, ülkemizde gazeteci ruhundan en iyi anlayan sosyologların başında gelir. Bunu bugünkü Sedat Ergin yazısında ve Ergin için yaptırılan reklam filmi ile bir kez daha göstermiştir. Ama bu onun yalnışları olmadığı anlamına da gelmez. Şu anda bir lider markayı, editoryal olarak en iyi yöneten ve alternatifi olmayan tek gazetecidir. Yarın başka birini Hürriyet'in Genel Yayın Yönetmeni yapsanız, sayın Özkök'ün kompleksizliği onu Hürriyet'te "diğer arkadaşları" gibi gazetecilik ve köşerlik yapmasına izin verir mi bilmiyorum. Ama rakiplerinin yaptığı rekabet böyle devam ettiği sürece bu onlara değil Hürriyet'in ve Ertuğrul Özkök'ün işine yarayacaktır. Hem de gazete reklam pazar payının yüzde 28,5' lara düştüğü bir dönemde. Bu oran, yüzde 43'lerden bugüne gelmiş ve Özkök'de bu dönemleri bizzat yaşamıştır.

Sonuç, Türkiye'nin Hürriyet gibi lider bir mecrasının olmasını Allah'ın bu ülkeye bir lütfu veya sınavı olarak da değerlendirebilirsiniz. Ama bu bir lütuf ise bunu başka lütuflarla taçlandırması için, yok eğer bir sınav ise de bu sınavı geçecek kadar çok çalışılması gerekiyor.  "Çok çalıştık ama bu kadar oluyor, o halde yok edelim" başarılı bir liderin söylevi ve stratejisi değildir ve olamaz. Başarılı bir lider, rakip-lerini yok eden değil, kendi başarısına saygı duyulmasını sağlayan ve rakiplerini peşinden sürükleyebilendir. Peki siz hangi lider grubuna giriyorsunuz ?