Pazartesi, Eylül 14, 2009

Ahmet Hakan ve Kurumsal Yüksek Sadakat Dersi üzerine...

Ertuğrul Özkök'ün genç öğrencisi Ahmet Hakan'ın pazar günkü yazısını okuyunca, kral ve kralcılar ilişkisini tekrar hatırladım. Son olarak Bekir Çoşkun'un ifadesi ile Ertuğrul Özkök'ü Umre'ye götürmeyi başaran* sayın Ahmet Hakan yazdıklarına bakılırsa ciddi bir dersin sınavına girmiş görünüyor. 
İsterseniz biraz bu dersten bahsedelim. Dersin adı; "Kurumsal Yüksek Sadakat Dersi" Dersin en büyük özelliği senin seçimine bağlı olmaması. Yani bu dersi almanda yöneticilerin fayda görülürse sana hissettiriyorlar öyle alıyorsun. Yani öncelikle hissetme sezilerinin gelişmiş olması zorunlu. Yoksa yaptığınız bir nevi Allah muhafaza Don-Kişot'luk olarak kalabiliyor. Dersin hem teorik hem de pratik aşamaları var. Sınavları ise habersiz yapılıyor. Yani her an hazır olmak gerekiyor. Çok zor bir ders yani. Geçmesi öyle bir sınavla da olmuyor malesef. Duruma göre bazen dört bazende sekiz dönem bu dersi almak ve sınavlarında başarılı olmak gerekiyor. Bu dersten geçebilmek için ise dört üzerinden üçseksen ve üzeri ortalama tutturmak zorunlu. Bazen bu ortalama kuruma ve yöneticiye göre de değişebiliyor. Bu arada etrafınızda bu dersi sizin gibi hissederek (!) alan ve her sınava deli gibi çalışan bir çok arkadaşınız olduğunu farkediyorsunuz ve aranızda acımasız bir rekabet başlıyor. Aslında bu dersi gerçekte kimin alması istendiğini ise sadece yönetici-leri-niz biliyor.   


Çok yıpratıcı ve yorucu olan bu dersten geçtiğinizde ise artık sizi yeni bir gelecek bekliyor. Yani kurumunuzun gelecek üst düzey yönetici adaylarından biri oluyorsunuz. Bununla birlikte maddi problemleriniz artık pek olmuyor. Odaklanacağınız şey, kurumun başarısı ve karlılığı için gereken her şeyi gözünüzü kırpmadan yapıyorsunuz. Gerektiğinde acımasız tepkiler verebiliyor ve kararlar alabiliyorsunuz. Bu dersi alırken kendi uzmanlık alanlarınızın yanı sıra siyasi, ticari, hukuki, finansal deneyimler yaşıyorsunuz. Esnekliğiniz ve hırsınız artıyor ama kompleksleriniz yok olmak zorunda. Hızlı karar alma, riskleri görme ve yönetebilme yeteneklerinizi gelişiyor. Kimsenin sizi sevmesini beklemiyorsunuz ama insan kaynakları yönetiminiz her zamankinden çok daha önemli oluyor. 


Diyeceksiniz ki iyi güzelde bunun Ahmet Hakan ile ne ilgisi var ? Daha çok genç bir köşerimiz. Henüz kurumunda beş yılı bile doldurmadı. Kuruma dışarıdan katılan Eyüp Can gibi uzmanlık alanı ekonomi değil. Yaptığı Popüler Köşerlik. Yani bugün var yarın ne olacağını Allah bilir. Böyle kişilerin bu tür bir sınava hem de bu dönemde girmesi ne kadar doğru ? Evet söylediklerinize tamamen katılıyorum. Ama son günlerde yazdıklarına baktığınızda kesinlikle sınav sorusu cevaplandırıyor. Hem de çalıştığı kurum adına. Şimdi soracaksınız ? Ona bu görevi kim verdi ki ? Artık Tanrı yazar olmadığına inanan ama köşelerin ve köşerlerin direkt bağlı olduğu tek bir kişi var biliyorsunuz. Ama onunda kendisini bir geziyle görevlendirdiğini hiç sanmıyorum.


Pazar günkü yazısında üç konu var. Aslına üç soru sormuş ve cevaplarını vermiş. Üçüde bu dersin sınav sorusu sanki. Bir; iktidara yaranmak için Umre'ye gittik. İki, Bekir Bey Hadisesi. Üç, Vay Pişkin Vay. İki yazıda kurum adına cevaplama üslubu kullanmış. Hatta birinin cevabında bizatihi kaynak belirtmiş. "Vay Pişkin Vay" konusunda ise kendisi hatırlarsınız 10 Eylül 2009 tarihinde "Mesele Aydın Doğan Meselesi Değil ki " diye bir yazı** yazmıştı. Bu yazıyı yazarken dikkatinden nasıl kaçırdığını anlayamadığım,  DYH'nin hükümet ile olduğu söylenen sorunları Hürriyet'te kendisi yazmaya başlamadan önce başlamış olmasıydı. Ayrıca DYH'ye kesilen ceza sonrasında medya da ilk kez Akif Beki ve Mustafa Karaalioğlu ismini kendi yazdı ve sıfatlandırdı. Sonra Akif Beki, ertesi günkü yazısında "Medya Efelerinin Raconu" diye bir yazı kaleme aldı ve Aydın Beyi efeye, yönetici gazeteci ve köşerlerini de çakal-meşrep kızanlara benzetti. Ayrıca yazının sonunda efenin kafasının artık atmasının yakın olduğunu tahmininde bulunarak çakal-meşrep kızanları uyardı. Ama bu yazıyı okurken kimsenin aklına genç Ahmet Hakan gelmedi, gelemezdi, gelseydi de tek kelime ile günah olurdu. Zira konunu geçmişi vardı ve ayrıca yazdığı popüler köşe yazılarına bakarak kendisinin de çakal-meşrep grubuna girmesi imkansızdı. Neyse o okurun hissetmediğini hissetmiş olmalı ki buna ağır, seviyesiz ama popüler (!) bir cevap vermiş. Sanki kendisinden yöneticisinin sınava girmesini ve sorulan soruyu da üzerine alarak abileri adına böyle bir cevap beklediğini hissetmiş gibi.  


Bu dersi hissederek aldığını söyleyen ama not ortalamasını nedense tutturamayan çok gazeteci ve köşerimiz var biliyorsunuz. Hala bu dersten geçmek için köşelerinde uğraş veriyorlar. Ama bir çoğu şu anda başka kurumlarda. Yani o kurumda olmadı başka bir kurumda bu dersi mutlaka geçmek için azimliler. Allah ömür verdikçede devam edecekler. Veremezlerse de görev şehitleri arasına isimlerini yazdıracak herhalde. 


Son onbeş yıldır ülkemizde medya-hükümet arası nedense sürekli ateş altında. Dünya da bunun benzerinin olduğu başka bir ülke de yok. Ülkemizde hükümetlerin medyayı susturmak veya kendi ifadeleri ile seviyeli hale getirmeleri medyanın da gazeteci veya köşer'leri ile saldırıya karşı savunmaya geçmesi yeni bir durum değil biliyorsunuz. Bu savunmada birçok yazar kendini Kurumsal Yüksek Sadakat Dersi sınavında hisseder. Konu kendi uzmanlık alanında olmasa bile gözünü karartır ve abilerinin anlattığı kahramanlık öykülerine özenerek ilk öne atılan cesur yürek olur. Kanının son damlasına kadar savaşacakmış gibi yazar. Ama öleceğini hissettiğinde bu savaşta şehitlik mertebesi olmadığını anlar ve aptallık mertebesine ulaşmak istemez. Öne başkalarının yani abilerinin geçmesine izin vermek için geri çekilir pardon yavaşlar. Yavaşlar ki öne gerçek kahramanlar yani sorumlular geçebilsin. 


Ülkemizde son yirmi yılda medyada değişmeyen tek şey patronlar değil onların yönetici gazeteci ve köşerleri olmuş. Çünkü onlar, şimdiye kadar ki tüm olayların baş müsebbibleri veya kahramanları oldukları için öne çıkmayarak varlıklarını bugüne kadar sürdürebildiler. Kazandırırken onları alkışlayanların kaybederken kurbanı olmadılar ne demekse.  Ama geride yine boş dur-a-madılar. Boş duranı Allah sevmezmiş zaten. Aradığınızda onları New York'ta, Paris'te, Moskova'da veya seçkin konaklarında şu bir türlü veremedikleri Kurumsal Yüksek Sadakat Dersi sınavlarına sanki ilk günkü heyecan ile hazırlanırken bulabilirsiniz. 


İşte böyle bir ortamda sayın Ahmet Hakan'ın popüler yazılarına devam etmeli. Bu tür uzmanlık konularını ise abilerine bırakmalı. Bu arada Bekir Çoşkun'un Esquire Dergisi'nin Haziran-Temmuz 2007 sayısında Esra Görgün'e verdiği "Toplumun Bu Medyayı Reddetmesi Çok Yakındır" röportajını tekrar okumasını kariyer planlaması açısından önemli olabilir. Yoksa, Salihlik her müslümanın üzerinde duran bir elbise değil biliyorsunuz.  


Not: Bunlardan DYH'e kesilen 3.7 milyar TL. gibi tarihi cezayı desteklediğim çıkarılmasın lütfen. Gelişmeleri uzmanların yazdıklarından veya söylediklerinden yakından takip etmeye çalışıyorum. Şu anda mali konularda uzman olmayan gazeteci, kişi ve köşerlerin yazdıklarını lütfen dikkate almayın diyorum.  


*"...Ahmet Hakan`ın yaptığı da başarıdır. Hürriyet`e geldi, bir süre kaldı ve Özkök`ü umreye götürdü. Bundan daha başarılı ne olabilir? Ama dediğim gibi yaptıkları gazeteciliktir. Ti`ye alabilirim ama kızmadım..." 


**"...Ne yani? Zilleti kabul edip Mustafa Karaalioğlu ile Akif Beki'nin çekip çevireceği “yeni medya düzeni”ne mi teslim olacağım?
Hayır... Hayır... "