Salı, Ağustos 18, 2009

Ertuğrul Özkök ve Ekrem Dumanlı Üzerine..

Gazetelerimizde mesleğiyle ilgili yazı yazan çok fazla genel yayın yönetmeni yok biliyorsunuz. Bu konuda en çok yazanlar Ertuğrul Özkök ve Ekrem Dumanlı. İkisi ile geçen on yılda çalışan biri olarak yazdıklarını hala düzenli okuyorum. Bu süre içinde yaş, tecrübe ve yaşam tarzı farklılıklarına rağmen ikisininde benzer çok yönleri olduğunu gördüm. 2009-2010 döneminin Türkiyemiz medyasında önemli bir dönem olacağını düşünerek gözlemlerimi buraya not düşmek istiyorum.

İkisi de Yazar Genel Yayın Yönetmeni. Sayın Özkök'ün Doğan Yayın Holding'te tüm grubun yazı işlerinden sorumlu başkan yardımcılığı, sayın Dumanlı'nın ise açıklanmayan bir medya grup başkanlığı görevi var. Ama değerlendirmelerimi yazarlık yaptıkları Hürriyet ve Zaman ile sınırlı tutmak istiyorum.

Birisi en çok reklam geliri elde eden, diğeri ise en çok satın alınan gazetenin yönetmeni. İkisi de bu meslek nasıl yapılmalı üzerine çok fazla yazı yazıyorlar. Ama genç olanın üslubu daha sert. Biri mesleğin nasıl yapılmasını diğeri nasıl yapılmaması gerektiğini yazıyor. İkisi de köşerliğe karşı. İkisi de gazeteciliğe inanıyor. İkisi de köşelerin köşer malı olmadığına inanıyor. İkisi de hoca. Biri sosyolog diğeri edebiyatçı. İkisi de patronlarına karşı fazla saygılı. İkisininde sınırsız harcama yetkisi var. İkisi de en çok gazetelerinde çalışırken mutlu. Biri gazetesini anlatmayı diğeri gezdirmeyi seviyor. Biri halka açık, diğeri henüz açılamamış. İkisi de öz kaynaklarından besleniyor ve güncelleniyor. İkisi de taraf. İkisi de sağlığına çok dikkat ediyor ama biri düzenli spor yapıyor.

İkisininde yemek kültürleri geniş ama biri bunu yazıyor. İkisi de damak zevklerine güveniyor. Biri her tadı en az bir kez denerken diğeri yemek seçiyor. İkisi de güzel yemek yapan yerleri keşfetmeyi seviyor. İkisi de tanımadıkları veya tavsiye edilmemiş yerde yemek yemiyor. İkisi de şefin ilgisini bekliyor. İkisi de yemek yerken ortamı önemsiyor. Biri balık ve akdeniz yemeklerini tercih ederken, diğeri Türk mutfağını önemsiyor. İkisi de üzümü seviyor. Ama biri şarap, diğeri şıra olarak. İkisi de modayı yakından takip ediyor. Aynı markaları kullanmayı ve aynı mağazalardan alışveriş yapmayı seviyor. İkisi de teknolojiye ve elektroniğe meraklı. İkisi de spor giyinmeyi seviyor. Ama biri bunu başarıyor. İkisi de gözlüklü. İkisi de düşündükleri gibi yaşıyamıyor. İkiside fazlaca otomobil meraklısı. İkisininde korumaları var ama biri bunu hissettirmiyor. Biri yurtdışına diğeri yurt içinde seyahat etmeyi seviyor. Ama biri gittiği yerleri sürekli yazıyor. İkisi de ilkeli ama biri bunu fazlaca hissettiriyor.

Ülkede yapılan gazetecilikten ikisi de memnun değil. İkisi de NYT tarzı bir gazetecilik özlüyor. Ama biri bunu açıkça dile getiriyor diğeri sohbetlerde söylüyor. İkisi de Sabah'tan önce NYT ile bir işbirliği anlaşması düşünmedikleri için üzülüyor. İkisi de gazetecilik mesleği ve onurunu korumayı seviyor. İkisi de uzman muhabirliğe inanıyor. Ama ikisi de reklamveren üst yönetimleri tarafından hala bu konuda eleştiriliyor. Diğeri biraz daha fazla. İkisi de gazeteci akreditasyonundan yana ama kendi kadroları hariç. İkisi de gerekmedikçe STÖ'lerini konu etmiyor. İkisi de otorite olduklarını hissettirmekten hoşlanıyor. İkisi de "hocam" edalı kalabalığı seviyor. İkisi de aradıkları kişilerin ilk telefonda karşılarına çıkmamalarına sinirleniyor. İkisi de mütevazi görünümlü ama cool ve snoop (Tam Türkçe karşılıkları olmayınca ingilizce ifade edebilme hakkımı kullandım).

İkisi de yumuşak bir yazı üslubuna sahip olduklarını düşünüyor. Ama yazdıklarında ortalığı dağıtmayı seviyor. İkisi de birbirlerini, gazetelerinin yayın çizgisi üzerinden acımasızca eleştirirken, ardından yüzyüze bakmaya devam edecek hoşluklar yapmayı ihmal etmiyor. Gerçi Ekrem Dumanlı Ertuğrul Özkök'ün CD'si hakkında yazmadı ama eminim Ertuğrul Özkök, Ekrem Dumanlı'nın hikaye kitabı hakkında birşeyler yazacaktır. Çünkü bunun bir abi davranışı olduğunu biliyor ve abi olmaktan da her zaman hoşlanıyor.

Dumanlı, daha doğrudan mesajlar verirken, Özkök sürekli çok alternatif sunarak içinden mesajlarının algılanmasını bekliyor. İkisi de üstlendikleri misyon ve vizyonu çok fazla önemsiyor ve bunu her fırsatta hissettiriyor. İkisi de kendi okurlarını çok iyi tanıdıklarını söylüyor ama hayal ettikleri okurlara bir türlü sahip olamadıkları için duygusallaşıyor.

İkisi de Babıali'deki mürekkebin kokusunun artık değişmesi gerektiğini savunuyor. İkisi de kendi ürettikleri mürekkep kokularının reklamını yapıyor ve kokuyu yaymak için yoğun çaba harcıyor. İkisi de gazeteci ama nedense daha fazla yönetici olduklarını düşünüyor. İkisi de gazeteci ve yöneticilik şapkalarını isteyerek karıştırıyor. İkisi de "Hımbıl" gazetecilerden nefret ediyor. Özkök, özür dilemeyi erdem kabul ederken, Dumanlı özür dilenecek iş yapmamaya çalışıyor.

İkisi de başarılı birer profesyonel. Biri seksenli yılların sonu, diğeri ikibinli yılların başından beri genel yayın yönetmeni. Aralarında iki kuşak var. Biri bu görevi uzun süredir yaptığının farkında olduğunu söylüyor ama gelecekte nerede olacağını söyle-ye-miyor. Diğeri ise kendisi gibi gazetecilerin gelecekte nerede olacağını bildiğini söylüyor ama kendisinin nerede olacağını bilmiyor. İkisinin de görevi, büyük patronları vefat ettikten sonra (Allah uzun ömür versin) bırakacağına inanılıyor. İkisi de gazetelerinin en uzun süreli yayın yönetmeni. Biri dersi arka sıralardan diğeri kürsüden anlatmayı seviyor. İkisi de kurumlarından önce kendi isimlerini kullanıyor. İkisi de gazeteciler arası çekişmeleri doğru bulmuyor, okuru ilgilendirmediğini savunuyor. İkisi de kendileri ile ilgili bireysel ve olumsuz eleştirilere çizgiyi aşmadıkça cevap vermiyor. Ama diğer yazarlarının cevap vermesine de ses çıkarmıyor. Biri Pazar, diğeri Pazartesi yazıları için eleştiriliyor.

Özkök, genç gazetecilerine marka pazarlama yatırımı yaptığını söylüyor ve onları kamuoyu önünde motive ediyor, Dumanlı ise bu süreci hissettirmemeye çalışıyor. Özkök, fazlaca ekibi hakkında ve mutfaktan iç bilgi verirken, Dumanlı çok dikkatli ve az mesaj veriyor. İkisi de röportaj yapmayı ve vermeyi seviyor.
Özkök trendleri belirleme ve yönetme konusuna fazlaca kafa yorarken Dumanlı, var olan trendlerin ne kadar doğru olduğunu tartışıyor, yönetme işine doğrudan girmek istemiyor. Özkök, yazı yazma konusunda kendini sınırlandırmazken Dumanlı, sadece uzman olduğu konular hakkında yazıyor. İkisi de politikayı çok seviyor. İkisi de ekonomi yazmamaya özen gösteriyor. İkiside özel hesaplarını kendileri tutmuyor. Biri birikimlerini her türlü yatırım aracını kullanırken diğeri ağırlıklı döviz ve altını tercih ediyor. İkisi de akıl vermeyi seviyor ama akıl almayı prosedüre bağlıyor. Özkök ailesi ile ilgili yerine göre hiç beklenmedik yazılar yazabiliyor ama Dumanlı, henüz aynı fikirde değil. Özkök kendisini olumlu-olumsuz eleştirmeye özellikle dikkat ediyor. Dumanlı, bulunduğu statüyü kendisiyle özelleştirmenin doğru olmayacağını hissettiriyor.

İkisi de yazacakları bir yazı ile milyonları harekete geçirebileceklerini hissettirmeyi seviyor. Biri sayfada rengi, diğeri ise beyazı seviyor. İkiside kendi gazetelerinde yapamadıklarını diğerine eleştiri olarak yöneltiyor. İkisi de çok sesliliğe inanıyor. İkisi de çok sesli olduklarının ispatı diye övündükleri kalemleri ve köşerleri ile gerekmedikçe iletişim kurmuyor. İkisi de dışarıdan uzman birileriyle yakın çalışmayı sevmiyor. İkisi de söyleneni değil söylediklerinin yapılmasını seviyor. İkisi de kendileri olmazsa gazetenin ertesi günkü sayısının tuzsuz olacağına inanıyor. İkisi de medya şavaşlarına fazlaca karşı ama ikisi de şavaşın içinde. İkisi de sürekli bu işi bıraktıktan sonra kültür-sanat eleştirmenliğine ve yazarlığına ilgi duyduklarını hissettiriyor. İkisi de birbirinin patronu ile röportaj yapmayı çok istiyor. Biri inancını stratejik olarak yazıyor, diğeri genelliyor. Biri inancını yaşarken diğeri fırsat buldukça yaşıyor. İkisi de inançların özgürce yaşanması gerektiğini savunuyor. Biri orjinal İslamı, diğeri mantıksal islamı savunuyor. İkisi de laik değil. İkisi de İslam'ın politize edilmesine karşı ama sınırlarını çizemiyor. Acele etmemeyi biri tecrübe ederek, diğeri okuyarak öğrenmiş. Biri kaliteli insan diğeri salih insan olmayı istiyor. İkisi de makale edasında ama kendi tatlarında yazılar yazıyor.

İkisi de aynı ülkenin değil karşı mahallenin çocukları gibi davranmayı seviyor. İkisi de pazarlamayı kendi yaptıkları şey olarak biliyor. İkisi de reklamveren görüşmelerini sevmiyor. İkisi de reklamcılar ısrar etmedikçe organizasyonlara katılmıyor. İkisi de kendi düzenledikleri organizasyonlara neden bu kadar az reklamveren geldiğini hala anlamıyor. Biri reklamı fiyatına diğeri içeriğine göre kullanıyor. Biri reklam bölümünde fazlaca değişiklik yapıyor, diğeri istenmedikçe ilgilenmiyor. Biri reklam pazar payından fazlaca memnun diğeri bunun haksızlık olduğunu düşünüyor. İkisi de okur aboneliğine inanıyor ama biri bunu başarıyor diğeri sanal diyen eleştiriyor. İkisi de bağımsız tiraj denetimine inanıyor ama biri bundan faydalanıyor. Biri içerden diğeri dışardan eleman almayı seviyor. İkisi de ortak okur oranları yüzde yirmilerde iken birbirlerine ara sıra rakipmiş gibi davranmayı seviyor. İkisi de cemiyetlerini özeleştirmekten kaçınıyor. Biri birini meşrulaştırmama, diğeri pazar payı hesapları yapıyor. Özkök, Zaman'a Dumanlı Hürriyet'e röportaj vermeyi seviyor. İkisi de ödül vermeyi değil almayı seviyor. İkisi de bir an yer değiştirse gazetelerin eksiklerini nasıl gidereceklerini çok iyi bildiklerini düşünüyor. Biri işadamı gazeteciliği yapıyor, diğeri yap-a-mıyor eleştiriyor. İkisi de üniversitelerdeki gazetecilik eğitimini eleştiriyor. Ama ikisi de İletişim Fakülte'lerinde ders ver-e-miyor.

Biri yaptıklarından mutlu olmayı diğeri mutlu olacağı şeyleri yapmayı seviyor. İkisi de yüksek oktanlı bencil. İkisi de sosyal ilişkilerde zayıf. İkisi de herşeyi iş olarak görüyor. İkiside kolay ulaşılabilir. İkisi de okuru müşteri, gazeteyi günlük hızlı tüketim ürünü olarak görmüyor. İkisi de gazeteciliği kutsal bir meslek olarak görüyor. Ama bu işi yapanları yönetenlerin şeyh, gazeteleri de dergah olarak isimlendirilmesine karşı çıkıyor. İkisi de istenirse ülkenin çözemiyeceği sorun olmadığına inanıyor. İkisi de ülke yararına olan şeyleri sürekli desteklediklerine inanıyor. Biri hükümeti sürekli eleştirerek diğeri sessiz kalarak destekliyor. İkisi de RTE karakterini seviyor. Biri Osmanlı olmakta sakınca görmezken diğeri Türk diye anılmaktan mutlu oluyor. İkisi de global düşünüyor. İkisi de eğitim seviyesinin hızla yükseltilmesine inanıyor. Ama biri bu konuya uluslararası destek verirken, diğeri hala AÇEV ile yetinip, diğerini görmezden geliyor ve sessizliğini koruyor.
İkisi de iyi birer lider olduklarını düşünüyor ama megolamani çizgilerini sürekli doktor kontrolünde tuttuklarını hissediriyor. Biri Kanarya, biri Kartal. İkisi de potansiyel kulüp başkan adayı. İkisi de politikadan spora fanatiği olduklarını görüşlerini bir Mevlana üslubunda vermeyi seviyor. İkisi de trendleri belirlemeyi seviyor ama trend kelimesini kullanmaktan nefret ediyor. İkisi de okurun ne istediğinin bilmediğini düşünüyor. İkisi de eğitim düzeyi yüksek bir okur kitlesinin kendisini daha iyi anlayacağına inanıyor. İkisi de sadece onları okumak için gazete alan okur sayısını merak etmiyor. Ama internetteki tıklarını düzenli takip ediyor.
İkisi de eski birer militan. Biri kibar, diğeri harbiden. İkisi de lider doğulduğuna inanıyor. İkisi de kendilerinden sonra rekabetin daha da acımasız olacağını düşünüyor. İkiside şeffaf geçirme gazeteciliğini eleştiriyor ama ince işçiliklere şapka çıkarıyor. İkisinin de kendilerine biat etmiş genç yazarları var. İkisi de görsel danışmanlarından fazlaca memnun. İkisi de iyi bir insan, iyi bir baba. Ama önce gazeteci olduklarını düşünüyor ve hergün değişiyor. Ama gelişerek değiştiklerine inanıyor her ne demekse...