Pazartesi, Aralık 17, 2007

Turkcell'in Sadakati

Pazarlamada yeni trend müşteri sadakati. Sadakat yani sevgi. Ya sadık müşteriler bulacaksınız ya da müşterilerinizi sadıklaştırabilecek yatırımlar yapacaksınız. Düşünsenize bir markanın yöneticilerinin "...müşterilerimiz bize seviyor " tonlamasını. Bu tonlama ne kadar güvenilir ve gerçek ise sevginin uzun süreli olması da o kadar mümkün ve inandırıcı olacaktır. Unutmamak gerekir ki sürekli olacak iyi bir anlaşma müşterinin, ödediği bedelin üzerinde hizmet aldığını düşündüğü anlaşmadır. Yani üç gün sonra acaba ile başlayan soruları sormadığı bir anlaşma.



Müşteri sadakati yatırımını yapmadan önce sorulması gereken en temel soru, müşterinin size olan sadakati ile sizin ona olan sadakatinizin arasında nasıl bir ilişki olmasını istediğinizdir. Bu ilişkinin güvenilir şeffaf (açık) ve karşılıklı kazanma üzerine inşa edilmesi gerekir. Karşınızdakini kendinize şu veya bu şeklide bağlayıp cebindeki bütün parayı almayı planlamanızın artık aptalca olduğunu ya kabul etmelisiniz ya da müşteriniz tarafından tamamen terk edilmeyi göze almalısınız. Tıpkı benim geçen hafta Turkcell'i terk ettiğim gibi. Oysa Turkcell ile tanışıklığımız onun doğumu ile başlamıştı. Bugüne kadarda 2 faturalı, 4 konturlu hattımla onun en sadık müşterilerindendim. Ama son dönemde yaşadıklarım, beni bir başka GSM şirketinin 3 faturalı hattının sahibi yaptı. Çünkü aldatıldım. Sadık müşteri sadakati tek taraflı bir kazıklama operasyonuymuş.Devamı sonra...

Çarşamba, Aralık 05, 2007

Tehlike Bir Tehdittir

"Türban Nefreti, Nefret Türbanı" Türban siyasal bir simge olmaktan çıkıp bir nefret simgesi haline mi dönüşüyor ? ...Kızıl Bayrak gazetesi satan kızın başında türban var. Yani komunizmin sembolü ile siyasallaşmış dinin sembolü aynı kızın üzerinde birleşmiş. Yani iki radikal inanış bir araya gelmiş....Burada beni daha da fazla rahatsız eden bir şey var. Kızın yüzündeki nefret ifadesi... Dünya orak çekiç ile türban ittifakını son defa 1979 yılında İran'da görmüştü...Sonunda...türban orak çekici tasviye etmişti...Bir inanç sembolü, nefret sembolü haline dönüşüyorsa, çok tehlikeli bir dönem başlıyor demektir. Ertuğrul Özkök/Hürriyet

Ertuğrul Özkök Hürriyet'in Genel Yayın Yönetmeni olduğu için ne yazarsa yazsın mutlaka okunmalıdır. Görüşlerine katılmak zorunda olmayabilirsiniz, ondan nefrette edebilirsiniz ama ülkemizin en güçlü ticari gazetesinin en tepesinde hemde sosyolog bir yazar olarak oturduğu sürece ve bu gücün çok farkında ve de bunu kullandığı sürece okumalısınız.

Örneğin bu yazısında iki tehdit var. Ya gerçekten dediği gibi AKP İktidarı döneminde birileri tarafından sahneye konulan ve yakın gelecekte memleketi bekleyen çok çok büyük bir tehdit ile karşı karşıyayız, ya da Ertuğrul Özkök hükümet başta olmak üzere tüm memleketi tehdit ediyor... Sizce hangisi... ?

Köşerler üzerine

Memleketi hala bir buçuk medya yönetmeye hükümet ise yönetimi onlardan devralmaya çalışıyor. Geçmiş hükümetlerin başaramadığı acaba bu hükümet başarabilecek mi ? İnşallah...

Bu ülkede gazeteciler (köşer*ler) olumsuz eleştirilmekten yada değerlendirilmek hiç hoşlanmazlar. Olumsuz eleştirilmeyi görev sayarlar ama olumsuz eleştirilmeyi kaldıramazlar. Yani paranoyaktırlar. Şarkıcı ve mankenler gibi medya sürekli onları yazsın isterler. Yani ikinci veya arka sayfa güzeli olmak gibi. Sürekli birbirlerini okurlar. Yani kim kime takmış, ne demiş, ben kime takabilirim gibi. Burunları iyi koku aldığından ertesi gün memleket ne konuşacak bilirler ve çorbada benimde tuzum olmalı misali aynı konuyu yazmaktan çekinmezler. Gerçi içlerinde her zaman daha akıllıları çıkar ve onların yazdığı yazmak yerine yeni gündemler bulur yazarlar. Haber atlama korkusuyla önyargılıdırlar. Sayfa baskıya girene kadar ne topladılarsa o, gerisi senaryo misali. Dilin kemiği olmadığı için birgün önce söylediklerinin arkasında durmak zorunda hiç hissetmezler kendileri. İnavasyon çağında, çevrimiçi mecranın payı hergeçen gün artarken, develer pire, pireler deve iken, ben babamın beşiğini tıgır-mıngır sallar iken ...

Salı, Ekim 02, 2007

Karalamalar-1 "Geçmiş zaman"

Geçmiş zaman
ne çok şey yaşamışız
gözyaşlarımız bekliyormuş yıllardır meğer

Geçmiş zaman
ne çok sevmişiz
nelere katlanmışız korkusuzca hem de
o kadar sevgiden bugüne kalan
sadece anılar olacakmış meğer

Geçmiş zaman
kaderle tanışmamışız
hep değiştirmek istemişiz
yanlışları
doğrularımız o gününmüş meğer
anılar bugüne kalan

Geçmiş zaman
sadece inançlarımız ve kitaplarımızla yaşamışız
sesimizi duyurmak için
yüksek sesle konuşmuşuz hep
çocuklarımızla bu kadar çok konuşmamız
ondanmış meğer

Geçmiş zaman
bir pantalon bir gömlek
bir de karnımız doyunca
memleketi kurtarmışız meğer

Geçmiş zaman
Süleyman, Bülent,Necmettin, Alparslanlarla
ne çok yaşamışız meğer

Geçmiş zaman
o anı yaşamışız hep
bugünleri hatırlayamadan
ama o an bizi bugünlere taşıyan

Geçmiş zaman
ne kadar sevmişiz memleketi
aynı amaç uğruna
birbirimizi öldürmüşüz meğer

Geçmiş zaman
ne kadar ciddiymişiz
hüznü ve mutluluğu
bugüne bırakmışız meğer
iki damla gözyaşı biraz tebessüm
bugüne kalan

Ağla gözlerim
gül dudaklarım
hatırla sevgili
ne varsa dünden kalan

Geçmiş zaman
bugün geçmişi hatırladık
ama aynı değilmiş meğer...

İstanbul, 29 Eylül 2007, 00:25 "Hatırla Sevgili" sonrası

Karalamalar-2 "Nazlı Kıza"

Sana hep o şiiri yazmak istedim
Sezen onu şarkı yapsın
O kırmızı elbisesiyle Candan söylesin
O konsere seninle birlikte gitmek istedim
Sonra Candan başlamadan şarkıya
Hikayesini anlatsın ve
benim senin için yazdığımı o söylesin istedim
sonra biraz tebessüm, birkaç damla gözyaşı
şarkıdan sonra
hadi kalkalım artık
çocuklar evde yanlız...

Karalamalar-3 "Yarım Kalan Şarkı"

"Elbet bir gün buluşacağız, bu böyle yarım kalmayacak, ikimizinde saçları ak..."
Ne zaman bu şarkıyı dinlesem; İlkokul beşte, Yıl sonu sergisi, nöbetçiydik onunla
Esnaf çocuğuyduk ikimizde , babası marangozdu o zaman, aşağı mahallede,
İşsever bir kızdı birazda serpilmiş
Bir kağıt vardı elimde, kağıtta şarkı sözleri,
İlk aşkımdı o benim,
Ama bir ayrılık şarkısı seçmiştim, duygularımı anlatan,
O zaman kızmıştım kendime,
Ama bir daha hiç karşılaşmadık gerçekten,
Onu bilmem ama
Ben, her dinlediğimde bu şarkıyı
Yarısından sonrasını dinleyemem...

Büyüklerimizden Mesajlar-1

Bilgin grubundan ikinci büyük pazar payına sahip bir medya grubunu on yıl vadeli yaklaşık 500 milyon dolara alan Ciner Medya Grup Başkanı Kenan Tekdağ'ın Turkish Time dergisinin son sayısına verdiği röportajdan
1"...Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim ki, Sabah ve ATV bugün konuşuluyorsa ve satışa sunulabilmişse, bu kadar alıcının ismi ortada dolaşıyorsa, milyar dolarlık değerlerden bahsediliyorsa, bunu yaratan biziz. 2002’de Sabah gazetesi üç gün sonra çıkabilecek olanaklardan tümüyle mahrumdu. Televizyon ise RTÜK ödemelerini dahi yapamaz, bütün programlarını kaybetmiş haldeydi. En fazla bir ayda bu noktadan bugün Türkiye’nin ikici büyük medya grubu noktasına geldi ve milyar dolarlık bir satış rakamından bahsediliyor. Bu tamamıyla Ciner Grubu’nun yarattığı bir değerdir. İlgili herkes tarafından da kabul edilir, kabul etmeyenler olursa o da onların vicdanıyla ilgili bir meseledir. ..."
Bu yoruma iki mecranın son beş yılki reklam gelirleri de açıklanabilirse sonuna kadar katılmak gerekir.
2"...Medya endüstrisi dediğimiz zaman aslında bahsettiğimiz şey reklam endüstrisi. Türkiye’de iki milyar dolarlık bir reklam pazarı var...Türkiye, kişi başına düşen reklam harcaması (18 dolar )ile OECD ülkeleri arasında en düşük reklam harcamasına sahip ülke..."
18 dolar eşittir, reklam geliri bölü ülke nüfusu ise cevap: 2 milyar dolar bölü 70 milyon eşittir 28,6 dolar olmalıydı. Sanırım dergi tapaj hatası yaptı.
3"...Şu anda iki tane yazılı basın dağıtım ağı var. Bunların yeterli olduğunu düşünüyorum. Zaten yazılı basın dağıtım ağı, çalışması gerektiği gibi yasal gereklilikler doğrultusunda çalışacak olursa, yeterlidir. 3’üncüsüne gerek yoktur. Biz altyapı yatırımlarının tamamını kendimize ait olarak inşa ediyoruz..."
Şu an ülkemizde büyük üç tane medya dağıtım ağı var. Yaysat, Merkez ve Feza

Pazartesi, Eylül 03, 2007

Cumhur'un Medyası-1

Türkiye'de medya, daha ne kadar görev ve sorumluluklarının dışında yazmaya ve yaşamaya devam edecek ? Bu konuda birincil sorumluk sahibi olanlar ise malesef medya patronları değil, onların seksen öncesi siyasi geçmişleri ile övünen yöneticileri. Onlar ki ; bu ülke de iki normal, bir e-devrim görmelerine rağmen dünyalıkları için daha çok şey görmeye yaşamaya hazır kişiler. Bir sivil toplum örgütü bile kuramayan içinde aktif görev alamayan yöneticiler. Düzeysiz sözlerine hergün bir yenisi ekleyip sonra da kendilerini cumhur'un dokulmazlığı olan entellektüelleri ilan edenler. Cumhur'u bilgilendirmek, güncellemek yerine o'nu, ne istediğini bilmeyen ve yönetilmesi gereken olarak görenler. Daha eğitimli, sosyo ekonomik düzeyi yüksek ve ekonomisi güçlü bir ülke olmak için uğraş vermeleri gerekirken hergün patronlarını önce birinci sayfalara taşıyıp sonra da aklanmaya çalışanlar.
Bir ülke medyası kadar güçlüdür. Bu ülkede medya sahiplerinin bu çok değerli (!) yöneticileri olmasaydı, bugünleri böyle mi yaşardık ? Seksen sonrasında medya sürekli el değiştirirken bu çok değerli yöneteciler aynı kalmasaydı Cumhur'un medyaya güvensizliği bu kadar yüksek olur muydu ? Cumhur o kadar sorununu çözümünü yerli dizi ve magazin programlarında arayıp, promosyonuna gazete alırmıydı ?
Özelleştirmeler ve TMSF'in görevi bitince medyanın da normale döneceğini savunanlar artık bu yönetici ve yöntemlerinin tarih kitaplarında yerini almadıkça hiçbir şeyin normale dönmeyeceğine daha çok inanmaya başladı. Ama bu, Cumhur'un medyasını, medyası da Cumhur'unu tanımadığı gerçeğini hala değiştir-e-miyor. Ama genç cumhur'ların inançları ile daha çok okuduğunu, sorguladığını ve STÖ'ler içinde daha fazla sorumluluk aldığını görüyor ve biliyoruz. Bu da bize Cumhur'un çocuklarının yeni dünyaya bakışları ile yakın gelecekte çok şeyin değişmek zorunda olduğunu söylüyor. Allah bizim için herşeyin rızası ile hayırlısını versin. Çünkü yaradan affediyor ama yarattıkları affetmiyor. Bugünlerin hesabını onlara nasıl vereceğinizi düşündüğünüzü umarım. Allah yardımcımız olsun ?

Çarşamba, Ağustos 29, 2007

Gülen Cumhurbaşkanı

"Türkiye Cumhuriyeti'nin 11.Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün adaylığının ilk açıklandığı günden dün seçilmesine kadar geçen medya sürecini normal karşılıyorum. İyimser tarafından bakıpta zaman zaman ülke gündemi Abdullah Gül ile ilgili gereksiz yere sanal konularla meşgul edilmiş olsa da ben bu sürecin bütün taraflar için hayırlı olduğunu düşünüyorum. Bugün basında çıkan haberler ve köşe yazarlarımızın konu ile ilgili yorumlarını okudukça aleyhte olanlarının daha ılımlı, lehte olanların ise beklenenden biraz daha fazla duygusal davrandıklarını görüyoruz. Sabah ve Zaman habere tam sayfa yer vererek duygusallıklarını birazcık belli etselerde, Milliyet'in de onlarla benzer başlık kullanması oldukça dikkat çekiciydi. Hürriyet'in ise -11.Cumhurbaşkanı Ve Ettiği Yemin-manşeti ile sanki belli bir süre sonra tekrar gündeme getireceğinden emin olduğu bu konuyu birinci sayfa yapmıştı..." gibi yazı yazanlara neden rastlamadık hiç...Bizim medyamızın gerçeği neden hep aynı olmak zorunda ?

Cuma, Ağustos 24, 2007

Köşerler ve Yöneticileri-1

Bir ülke medyası kadar güçlüdür. Bu iddiayı yıllar önce ortaya attığımda bir çok olumsuz tavırla karşılaşmıştım. Oysa bugün ne kadar haklı olduğumu bir kez daha görüyor ve o günkü gibi yine üzülüyorum. Medyanın gündeminden siyasi ve sportif olayları çıkarsanız geriye bir elin parmakları kadar az haber konusu kaldığını görürsünüz. Bugün mangalda kül bırakmayan birçok gazete köşerimiz* ise kaleden kaleye şahin uçurarak, ah ile vah ile okurların ömürlerini kısaltarak, okurun ekmek parasından kendi ekmek parasını çıkartmaya devam ediyor. Ülkemizin daha güçlü olabilmesi için gerçekten hükümet ile köşerler, köşer ile köşerler arasında seviyesiz üsluplarda ve sanal konularda daha ne kadar ülke gündemi meşgul edilecek. Ey Allahım yıllardır kendi çalıp kendi oynayan bu orta oyununa daha ne kadar katlanmamız gerekiyor. Acaba neden böyle bir sınavdan geçiyoruz ?
İşte son gündemler "... ise Türk vatandaşlığında çık, ... Arabistan çölüne açıl demiş. Kürtler Türkmen, Kürt Aleviler Ermeniymiş. Herkes kendi gibi olmazsa barış olmazmış. Çorumdaki Talibanlar tarihi eser kaçakcısıymış. " Dilin kemiği yok ya şimdi mikrofon uzatsanız, bu konuların bir ülke için ne kadar önemli olduğunu akla hayale gelmeyen ne örneklerle ve hangi edebi cümlelerle anlatırlar.

Sevgili köşerlerimiz ve onların yöneticileri, ülke medyasının olmazsa olmazları, canlarımız ciğerlerimiz ; bildiğiniz gibi ülkemizde kişi başı gelir altı bin doları geçti ama hergün, hatta yıllık izne bile çıkmadan, yazdığınız, gazetelerin satışları promosyonla toplamda hala beş milyon üçyüz bin. Gündeminizdeki konu ve haberlere kalsa belki de üç milyonlu günlere geri döneceğiz. Medya Sahiplerini bu ülkede promosyonla siz tanıştırdınız, patronlara tiraj sözü verip sayfaları köşerlerle siz doldurdunuz, Hükümet, Meclis, Cumhurbaşkanlığı, Genelkurmay arasındaki sanal konuları siz ortaya attınız, bunları köşerlerinize konu diye verip aralarında günlerce siz tartıştırdınız. Ülkeye bu kadar bayrak direğini siz diktiniz, sonrada milliyetçilik tehditi deyip haber yaptınız. Ülkeyi e-muhtıraya götürüp, sonrada darbeye karşıyız diye günlerce okurun önünde kendinizi aklamaya çalışıp, askeri vatandaşı ile karşı karşıya bıraktınız. Bu memleketi dosta düşmana siz haber yaptınız. Ertesi gün o haberleri birinci sayfalardan verip başarı diye siz övündünüz. Bir ülkenin ekonomisinin güçlü olabilmesi için medyasının güçlü olması gerekir. Oysa hala reklamveren yöneticilerine habere göndereceğiniz ev ödevini yapmış doğru soru soracak uzman muhabirimiz bir elin parmakları kadar az. Kamuoyu araştırmaları gelecek neslin gazete okumadığını, televizyon seyretmediğini haber ihtiyacı için ise başta internet siteleri olmak üzere alternatif mecra arayışları içinde olduklarını ve ihtiyaçlarını bir şekilde karşılamaya çalıştıklarını gösteriyor. Ben de derslerimde öğrencilerimden bunun teyidini alıyorum. Yani müşteri tarafsız ve güvenilir bilgi ihtiyacı için kendine çıkış yolları arıyor ve buluyor. Internet olmasa minternet o da olmasa peoplenet bulup ihtiyacını karşılıyacak. Medya sahiplerimiz ise üç kuruşa ürün değiştirebilen müşteriyi, biraz daha erişim yani reklam geliri için promosyon ile kendi mecrasında tutmaya çalışıyor.

Sevgili ciğerimizin köşeleri üzüm yemek için bağcıyı dövüp sonra da bağcı üzüm vermiyor diye şikayet ederek buna da haber diyerek daha ne kadar bir gün ağlayacak bir gün dayılanacaksınız ? Unutmayın geçer zaman, diner bu yağmurlar, patronlarınız müşteri ve reklamverenleri ile yine başbaşa kalır. Oysa siz elinizde birkaç kitap ve yanınızda götüremiyeceğiz kadar paranızla tarihe sadece madara olursunuz

İstenilen biraz güven, biraz uzmanlık, biraz tarafsızlık, doğru bilgi ve doğru marka pazarlama hepsi bu. Emin olun böyle hem maddi hem de manevi kazanırsınız.




*Köşer: Köşe Yazarı

Perşembe, Şubat 01, 2007

A Kategorisi Meslek Şehitleri

Ertuğrul Özkök "A Kategorisi Cinayet Kurbanları" başlıklı bugünkü yazısında, hepsininde sol eğilimli olduğunu ve çok beğendiğini belirttiği iki arkadaşına ve bir de arkadaşının oğlu köşe yazarına; düşünceleri veya yazıları nedeniyle öldürülen cinayet kurbanlarının isimleri sayarken, neden rahmetli Çetin Emeç'in ismini unuttuklarını soruyor, sorguluyor. "Acaba bu ülkede herkes sadece kendi ölüsüne mi ağıt yakıyor ? Acaba bu ülkede A kategorisi cinayet kurbanları mı var ?" diye soruyor. Rahmetli Emeç'in koltuğunda bugün kendisinin oturduğunu belirterek, kollektif unutkanlık ve ihmalin kendisini üzdüğünü belirttiyor. Rahmetli Emeç'in sadece ve sadece yazdığı yazılar yüzünden dini fanatiklerce öldürüldüğünü belirterek tekrar soruyor, "Eğer kendi kendinize bir A kategorisi meslek şehitleri sınıfı yaratmadıysak, Çetin Emeç'i hiç unutmamalıyız." diyor. Evet Çetin Emeç'i ve bu ülkede düşüncesi veya yazdıkları nedeniyle öldürülen hiçbir Allahın kulunu ve öldürülme amaçlarını hiç ama hiç unutmamalıyız.
Can Dündar,Hikmet Çetinkaya ve Örsan K.Öymen'ın yazılarından alıntılar yaptığı bölümler öncesinde "Eminim bu yazıda size yadırgatıcı gelen bir şey yok." diyerek bizleri sosyolojik açıdan kendinden farklı bir yerlere konumlandırıyor olsa da; bu yazının bendeki aşağıdaki sorusal yansımalarını sizlerle de paylaşmak istiyorum;


  • Bu A kategorisi SES'teki AB,C1,C2,D ve E deki "A" mı ?
  • Osmanlı'nın son döneminden beri "biz" olmaya çalışan bir ülkede, onca ihtilale, tecrübeye ve şu anki problemlerimize rağmen neden şimdi yine "siz" iz ?
  • Neden bu "siz"i, aydın/entellektüel gibi kendine özel sıfatlar takma isteği duyanları söylüyor ?
  • Kim bugünkü entellektüellerimiz ?
  • Osmanlı'nın son dönemi ile Cumhuriyet'in ilk dönemindeki Fransız ekolü entellektüel mi ?
  • Ertuğrul Özkök'ün Hürriyet'te olması dünkü görüşlerinin olduğu cemaatten aforoz edilmesi için yeterli mi ?
  • Hem solcu, hem entellektüel, hem de Hürriyetçi olunamaz mı ?
  • Hürriyet'in durduğu yer mi yoksa Genel Yayın Yönetmeni'nin durduğu yer mi ?
  • Dinli ve dinsiz fanatiklik ne demek ?
  • " Türkiye Türklerindir. " ne demek ?
  • Hırant Dink'te solcu mu ?

Bu soruları sorarken aynı zamanda bir saptamada da bulunmak istiyorum; Millward Brown'ın yakın tarihte yaptığı bir araştırmada AB ses'teki gazete okurlarının "Gazetelerinden oldukça memnun olan ama yine de geliştirilmesi gereken konular var" diyenlerin oranı yüzde 41. Bu hiçte küçümsenemiyecek bir oran biliyorsunuz. Bu kesimin yüzde 85'i ise gazeteleri, haber kalitesi zayıf( % 33), çok magazinli (%28), taraflı(12) ve zayıf içerikli(12) buluyor. Bu nedenler yeni duyduğumuz şeyler değil biliyorsunuz. Sürekli duyduğumuz ama bir türlü çare bulun-a-mayan konular.

İnsanın vermediği canı alacak kadar insanlıktan çıktığı bir ortamda Can Dündar, Hikmet Çetinkaya ve Örsan K. Öymen gibi beğenilen önemli köşer'lerin* kimsenin babasının malı olmayan köşelerinde hala duygu selleri içinde bu tür yazıları yazdıklarını düşünüyor ve üzülüyorum. Ama Ertuğrul Özkök'ün bu konudaki düşüncelerini yazmak yerine telefonda kendilerine söylemesinin sosyolojik ve antropolojik açıdan daha etkili olmaz mıydı dersiniz ?

*Köşer: syndicated columnist/newspaper columnist

Pazartesi, Ocak 29, 2007

Beşiktaş'ın son başkanları ve Beşiktaşlılık üzerine

BJK Başkanlığına tek aday olarak katılan Yıldırım Demirören 2491 oy ile dün tekrar başkan seçildi. 11,300 üyenin oy kullanma hakkına sahip olduğu seçime, üyelerin sadece yüzde 27'si ( 2924) geldi. Gelenlerin de yüzde 82'si sayın Demirören'e oy verdi. Yani 2491 Beşiktaşlı eski başkanı üç yıllığına yeni yaptı.
2004 seçimlerinde 3272 oy alan sayın Demirören'in oylarında yüzde 24'lük( 781 ) bir azalma olduğu görülüyor. Dün Beşiktaş, tarihinde ilk kez kulubü 100 milyon dolar üzerinde borçlandırarak ( 32 milyon doları kendisine) seçime giren ve seçilen bir başkanla üç yıl daha geçirecek. Beşiktaş semtindeki büyük rant (Fulya, Akaretler... gibi), sayın Seba'nın genç öğrencilerinin gruplaşmasına ve kulubü bugünkü haline getirmesine neden oldu. Bu rantta işini görenler sosyal yaralara fotoğrafsal bir bakış getirip magazin sayfalarından kurtulmaya çalışırken, şimdi ki başkanın da söz verdiklerini(!) yerine getirebilmek için projeleri bitene kadar başkanlıkta kalacağını söyleyebiliriz.
Sizin de Beşiktaş için verilmiş sözleriniz varsa gelecek seçimlerde aday olabilirsiniz...