Perşembe, Ocak 15, 2009

Hani Bana Salih !

İnsanoğlu olarak yaptıklarımızla yine zor günleri yaşıyoruz. Şu anda bizi en çok etkileyen şu üç konuya bakarmısınız lütfen ! Global Kriz, Gazze ve Ergenekon. Hiçbirinin içinde değiliz ama hepside bizi derinden etkiliyor. Bu olayların altında yatan gerçek 5N1K* ları bilmiyoruz. Bu nedenle de sürekli yeni teoriler üretiyoruz. Çünkü neden bunları yaşadığımıza, yaşamak zorunda olduğumuza inanmak istiyoruz. Belki de bu teorilerimizle ortamı daha da kaotikleştiriyor ve içinden çıkılmaz hale getiriyoruz. 

Biz neden, birileri uzlaşma ararken, çocuklar ölmeye devam ediyor. Biz hesap, birileri yeni ödeme planları yaparken şirketler batıyor, insanlar işsiz kalıyor. Biz düşünürken, birileri derinlere inlemeye, kazmaya devam ediyor. Kazdıkça kara delikler büyüyor ve zincir uzayıp gidiyor. Bu üç olayda sanki birbirinden bağımsız ama birbirini etkileyen bir oyun gibi. Küçük çocukları oyalamak için oynanan beş kardeş oyununa benziyor. Bu oyun, beynimizin ana dosyaları içinde belki de birçok fikre temel oluşturuyor.  Basit ama bir o kadar da insan zekasının sınırlarını zorlayan bir oyun. Ama konu oyun olunca kazananları ve kaybedenleri olan bir yarışa, tartışmaya ve hatta savaşa dönüşebiliyor. Bu zeka karşısında dehşete düşüyor ve korkuyoruz. Gerçi şu sıralar korkarak yazmak çok moda ama benimki o gruba girmiyor, korkmayın. 
Bu beş kardeş oyununun detaylarına indiğimizde umarım sizde bana katılırsınız. Bu oyunu oynamak için 2-4 yaş grubunda bir veya beş çocuk gerekiyor. Ama sayıları beşi geçmemeli. Neden beş ? Çünkü bir elinizde beş parmak var ve  oyunun sonunda parmaklarınızı çocuklara tutturduğunuzda dışarıda kalan olmamalı da ondan. Neden 2-4 yaş arası ? Çünkü ilk öğrenme, anlama, farklı parçaları uygun olarak yanyana getirebilme ve öğrendiklerini asla unutmama, temel alma ve ilk yönetilme yaşı. Unutmayın ilk cümleyi,  yani ilk soruyu siz soruyorsunuz. "Siz beş kardeş oyununu biliyormusun bakiim ? " Verilen cevap "hayır" ise işte oyun başlıyor. 
Sağ elinizin parmakları birbirinden ayırarak, beş parmağınızı gösteriyorsunuz. Sonra da, sol elinizin baş ve işaret parmakları ile baş parmaktan küçük parmağa kadar tek tek uçlarından tutularak sallıyor ve isimleri söylüyorsunuz.  "Bu baş parmak..., bu işaret parmağı..., ... , ve bu da küçük parmak.  Bu beş kardeş birgün karınları açıkmış ve kendilerine yiyecek bulmak için dışarıda araştırmaya başlamışlar. Derken bir yiyecek bulmuşlar. Ama sadece dört kardeşe yetecek kadarmış (oyun ya !). Sonra aralarında konuşmaya ve tartışmaya başlamışlar. Baş parmak demişki  onu ben buldum, büyük parmak demişki, onu ben vurdum, yüzük parmağı demişki onu ben getirdim. Dördüncü parmak demişki onu ben pişirdim.  Küçük parmak boynunu bükmüş ve hani bana, hani bana demiş. Hatırladınız mı ? 

İşte yaşadıklarımızda bu oyuna benzemiyor mu ? Yaşımız büyüse de parmakların yerini farklı şeyler alsada hayatta hep birileri hani bana, hani bana demek zorunda sanki. Oyunun kuralı değişmiyor, değişemiyor. Peki bu oyunun devamında hangi oyunu oynuyorduk, kaybeden hangi oyunda kazanıyordu hatırlıyormusunuz ? Hatırlamıyoruz. Sanki çocuklara öğretilen ilk ve son oyun gibi. Hani, insanoğlunun en çabuk hatırladığı en son aklında kalanmış ya. Öyle işte.  Zaten hayatı bir oyuna benzetirseniz veya bir oyun gibi yaşarsanız ya kazanan olacaksınız ya da kaybeden. Beraberlik kimsenin işine yaramıyor değil mi ? Peki şu güncel deyimi ile kazan-kazan ilişkisine ne oldu ? Aslında kitaplarda yazıyor ve söylenirken kulağa ne hoş geliyor. Ama gerçekte böyle bir şey yok ve olamaz mı diyorsunuz ? 

Oysa, ticarette tek taraflı kazancın adil olmadığını hep problem olduğunu biliyoruz. Tarih sayfaları bu tek taraflı kazananların sonra hızla kaybettiği olaylarla dolu. Bu kişilerin bir süre sonra hep kaybeden olması sizce bir tesadüf olabilir mi ? Yıllarca yüksek pazar payını koruyan bir marka veya şirket hatırlıyormusunuz ?  Peki büyük piyasalarda aynı sektördeki pazar payları arasında farklar neden dramatik değil ? 

Bunlar size de çocukken öğrendiğimiz beş kardeş oyununu hatırlatmıyor mu ?  Açıkta kalmamak için göz açık ol. Unutma, zayıf ve küçük olanlar hep açıkta kalanlardır. Onlardan biri olmak istemiyorsan hep daha fazlasını iste. Aklını çok çalıştır, zengin ol. Zenginlik paradır. Para ise güç ve yönetme. Durmadan hep daha fazlasını iste. Durursan geçilirsin. Durmamak için de arkana bakma ve hep daha ileriyi hedefle, en öndeki ol. Onun içinde daha fazla şeye sahip olma hırsını asla kaybetme. Unutma kazanma ve kaybetme ancak sen öldüğün zaman anlamını kaybeder. Yani sınırı aynıdır.

Yasaları birlikte daha güzel ve problemsiz yaşamak için koyan insanoğlu sonra bu koyduğu kuralları yine kendi elleriyle yıkar. Neden ? Çünkü  insanoğlu içindeki bu hırsı ve nefsiyle olan mücadelede zayıftır. Hedefi aynı olsa ve bir dönem kazansa da sonunda hep kaybeder.  

Global Kriz'de, Filistin'de ve Ergenekon'da hep birileri kazandı, birileri kaybetti değil mi ? Eğer olaylara, hayata bir oyunmuş gibi bakar ve yaşarsanız evet haklısınız. Birileri kazandı, birileri de kaybetti. Kazanmak için koyduğunuz kuralları eğer kendiniz koyuyorsanız, yıkılmaya mahkum olduğunu da kabul etmeniz gerekir. Çünkü sizin doğrularınız sadece onu kazanmak için yani o gün için geçerlidir unutmayın. 
Fazla uzağa gitmeyin çocuklarımızı kendi kurallarımıza göre kaç yıl yönetebildiğinizi bir düşünün ? On bilemediniz onbeş yaşına kadar. Yani altmış yıllık faal hayatınızın sadece dörtte biri kadar. Bu, insan ömründe dört farklı dönem yaşıyor ve görüyor demektir. Peki hepsinde kazanmamız mümkün mü ? İmkansız. 
İnsanın  nefsiyle ve hırsıyla girdiği mücadeleyi kazanmak için yapacağı tek şey onun yenmeye çalışmak ve hep kazanan olmak değil birlikte yaşamayı öğrenmektir. Yani hep birlikte yaşamak. Yani sınav birbirimize karşı değil. Bireysel. Yani kurallar bizden önce konulmuş. Bize düşen Salih olmaya çalışmak. Salih olmanın yolu ise kendimiz için istediğimizi başkaları içinde istemek. Yani, hani bana Salih dedirtmeden yaşamak... 
*5N1K : Ne, Ne Zaman, Nerede, Niçin, Nasıl, Kim