Cumartesi, Ocak 31, 2009

Eyvah Türkler Davos'ta...

Başbakan Erdoğan'ın Davos'taki sert üslubu haftaya damgasını vurdu. Medyada birçok kişi Başbakan'ın bu tutumunu ve bitmekte olan oturumu terk etmesini olumlu karşılarken, birçok kişide olumsuz eleştirilerde bulundu. Bazı kişiler ise olayın hem olumlu, hemde olumsuz tarafları değerlendirerek adalet dağıtma görevini üstlendiler. Konunun üzerinden yeterli süre geçtiğini düşünerek bir değerlendirmede ben yapmak istiyorum. Bu olayda Türk TV'leri yeterli uluslararası tecrübeye sahip olmadıklarını bir kez daha belgelediler. Haberi nasıl vereceklerine, nerede duracaklarına ve nasıl devam etmeleri gerektiğine bir türlü karar veremediler. Haberi bir ara tam bir televole magazini boyutuna indirgediler. Böyle olunca da akıllarından hiç çıkmayan rating korkusuyla başbaşa kaldılar ve sürekli birilerine bağlanarak değerlendirmeler almak istediler. Her değerlendirme ile akılları biraz daha karıştırdılar. 

Özellikle haber kanalıyım, markayım diyenlerin siyaset ve medya dünyasından ilk bağlandıklarının başbakan muhalifleri olması oldukça düşündürücüydü. Yüzde kırkyedi ile Türk Halkından temsil yetkisi alan bir başbakanın, bu olay karşısında, halkının beklentilerine göre bir davranışta bulunmasını normal karşılamak gerekirken konu TV'lerde siyasi malzemeye dönüştürüldü. Her uzatılan mikrofona fırsat bu fırsattır, reklamın iyisi kötüsü olmaz diye sansasyonel konuşarak diğer kanallarda beni arasın onlara da birşeyler söyleyeyim diyenler yanılmadı. Kendini bilenin gelişmeler devam ederken konuşmadığı bir ortamda, gidecek başka kapınız da olamazdı zaten. 
Yapılması gereken, canlı yayına devam etmek ve gelişmeler devam ederken yorum yapmaktan kaçınmak ve gelişmelere göre doğru kişilere ulaşarak doğru soruları sormaktı. Bu yapılmış olsaydı böyle bir fırsat, marka pazarlamaya çevirilebilirdi. Ama elimizi yüzümüze bulaştırdık. Günde dörtbuçuk milyon gazete satın alan ve 4,2 saat TV seyreden bir ülkenin durumuna bakın. Kullandığımız teknoloji ile dünya sıralamasında üst sıralarda iken, yaptığımız habercilikte ilk elliye bile girememiz bundan olsa gerek. Ne demiş atalarımız "Aynası iştir kişinin lafa (teknolojiye) bakılmaz " İşte böyle, sonuç budur.  

İsrail'de genel, Türkiye'de yerel seçimlerin yaklaştığı bir ortamda, bir panel için Beyaz Saray'a bağlanmadıkları kaldı. İsrail TV'lerine kadar bağlandık. Ama şu ana kadar bizim mecralarımıza bağlanarak görüş alan bir İsrail TV kanalı duymadık. Olay, ülkeler arasında savaş çıkabilir havasına sokuldu. TV'lerini o an açanlar birazdan ülkeler büyükelçilerini çekecek ve sabah'ta savaş başlıyacak duygusuna kapıldılar. 

Oysa neden ve niçinleri belli olan bir paneldi. Hararetli geçeceğini herkes biliyordu. Bu nedenle zaten birçok ülkede paneli canlı yayınlanıyordu. Türkiye'nin Başbakanı da, mazlumken herkesten koruduğumuz bir toplumun bugünkü hükümetinin müslüman kadınlarımızı ve çocuklarımızı katletmesini içimize sindiremiyeceğimizi ve yaptıklarının bir insanlık suçu olduğunu, bunu durdurarak, halkından oy almış kişileri tanımasını ve barış için onlarla masaya oturması gerektiğini tüm dünyanın gözleri önünde kendilerine bir kez daha söylemişti. Ancak kimse, bir Türk Ermeni torununun olan başarılı bir gazeteci moderatörün soykırım ve katliamın karşısında durmak yerine, Perez'e çanak tutacağını bilemezdi. Masum çocuk ve kadınların öldürüldüğü bir katliamın konuşulduğu panelde süre doldu diyerek izleyenleri akşam yemeğine gönderilmeye çalışılması tam bir densizlikti. Moderatör'de bir basın mensubuydu ama tarafsız değildi. 

Uluslararası mecralar haberi (canlı yayınlayanlar hariç )  alt yazı ve yorumsuz verdiler. Neden ? Çünkü olay sıcaktı ve gelişmeler devam ediyordu. Şimdi burada sorulması gereken soru; Davos'ta bu konu programa hangi amacla konulmuştu ? Ana konusu Global Kriz olan bir toplantıda, Gazze Katliamı, akşam yemeği öncesinde bir saatlik bir panel konusu muydu ? İlk sorunun cevabını dün Referans Gazetesi verdi. Konuyu Başbakan iki hafta önce önermiş ve kabul edilmişti. Oturumu da Dünya Ekonomik Forumu (WEF) Başkanı Klaus Schwad yönetecekti. Ancak iki gün önce toplantı moderatörünün Schwad değil, ataları Türkiye Ermenisi olan ve soykırımı Türkiye kabul etmelidir diyen başarılı Amerikalı gazeteci David Ignatius olduğu bildirilmiş ve itiraz edilmesine rağmen moderatör değiştirilmemişti. Yani başbakan bile bile itiraz ettiği bir kişinin moderatörlüğünde konuşmayı kabul etmişti.  
Herhalde, böyle hassas bir konuyu Davos programına aldırmakla dünya kamuoyunun ilgisini bir saatliğine bile olsa bir kez daha Gazze'deki katliamlara çekeceğini ve barış sürecinde olumlu adımlar atılabileceğini düşünmüştü.  

İkinci soru, böyle bir toplantıda tarafların doğru seçilip seçilmediğiydi. Birleşmiş Milletler Temsilcisi, Türkiye Başbakanı, İsrail Cumhurbaşkanı'nın olduğu bir toplantıda Mısır'ın olması yadırganamaz ama Filistin'i temsilen kimsenin olmaması düşündürücüydü. Nedenini hala bilmiyoruz. Ama bunu İsrail istemediyse bu daha da düşündürücüdür. Peki böyle bir katılımcı grubunun olduğu bir toplantıdan taraflar nasıl bir sonuç bekleniyordu ? Herhalde Dünya, İsrail'in bir soykırım  yaptığını ve insanlık suçu işlediğini, seksenbeş yaşında ve dilin kemiği olmadığını en iyi bilen yaşlı kurt bir yahudiden itiraf etmesini beklemiyordu. Perez, böyle bir toplantıya katılmakla, yaptıklarının bir soykırım değil savunma olduğunu anlatma fırsatı buldu. Hatta rolünü o kadar iyi ezberlemişti ki, tüm seviyeleri aşarak mağdurun asıl kendileri olduğunu haykırdı ve neredeyse dinleyenleri ağlatacaktı. Ayrıca Perez'in bu toplantıya katılmaktaki diğer bir amacı ise İsrail dışında yaşayan ve bu katliamı yanlış bulan yahudilere bir mesaj vermek olabilirdi. Perez ayrıca rolünü oynarken Türkiye Başbakanı'nı duygusallaştırarak hata yapmaya zorlamak istemişti. Bu nedenle BM ve Mısır Temsilcisine değil de Erdoğan'a dönerek ve parmak göstererek konuştu. Bu sonucu, Perez'in ve Erdoğan'ın uluslararası tecrübelerini göz önüne alarak siz de çıkarabilirsiniz. Hatırlarsanız Perez, Erdoğan'ın o sert çıkışlarında hiç tepki ve renk vermedi. Sonra da yanlış anlaşılmaktan üzüntü duyduğunu, çıkışlarının şahsi olmadığını, duyulmadığını düşündüğü için yüksek sesle konuştuğunu... falan söyleyerek planının başarıya ulaştığı mesajını verdi. Ama belki de kestiremediği Başbakan Erdoğan'ın "siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz", "...kadın ve çocukları nasıl öldürdüğünüzü çok iyi biliyoruz" ve  " bana bizzat tankların üzerinde Filistin'e girerken birbaşka mutlu oluyorum diyen başbakanlarınız var" cümleleriydi. 

Tüm dünya daha dün, İspanya ve Almanya'dan kaçanlara kucak açan ve koruyan Osmanlı ruhunun, torunları olan Türklerin kanlarında akmaya devam ettiğine şahit oldu. Dün kucak açtıklarımızın bir zamanlar Osmanlı toprağı olan yerlerde hele müslüman kardeşlerimizin katledilmesine asla seyirci kalamıyacağını ve izin vermiyeceği hissettirdi. Aynı durum yahudilerin başına gelse yine karşısında bizi bulacağını tekrarladı. Bunu başbakanını havalimanına karşılayarakta gösterdi. 

Bir paneli bu kadar abartmak ancak bizim medyamız tarafından başarılabilirdi ve başarıldı da. Ne zaman medyamız Erdoğan'ın karşısında dursa, olaylardan en fazla olumlu puanı Erdoğan alır oldu. Kural yine değişmedi. Erdoğan'da temsil ettiği halkının ve temsil etmediği halkların takdirini kazandı. Medyamız ise istemeden de olsa tüm dünya medyasının ve kamuoyunun dikkatini bu olaya çekerek Türkiye'nin tanıtımına ve Erdoğan'ın kahramanlaşmasına katkıda bulundu. Diğer taraftan kendimizi, ülkemizi ve temsilcilerimizi bu kadar fütursuzca eleştirerek dünya medyasına örnek olmaya da devam ediyoruz. Bu tür bir medyayı Amerika'da, İngiltere'de, Japonya'da ve Çin'de göremezsiniz. Neden acaba ?  

Son soru ise panelde Başbakanımız Erdoğan değil de Baykal olsaydı durum daha mı farklı olurdu ? Evet hem farklı hem de çok daha sert olurdu. Çünkü Erdoğan'dan çok fazla siyasi geçmişi ve tecrübesi olan Baykal'ın kullanılan üslubuda çok iyi bildiği düşünüldüğünde, toplantıyı terk etmeden önce farklı ama daha ağır ifadelerle bu seviyesizliğin altında kalmayacağına inanıyorum. Ama Erdoğan kadar hayranlık uyandırıcı ve inandırıcı olur muydu onu bilemem ama havalimanında bir o kadar insan tarafından sevgiyle karşılanırdı. 

Dünya, krizin hala derinleşen yapısı içinde kapitalizmi ve  özel sektör-hükümet rollerini yeniden tanımlarken Türkiye'nin bu yeni dünyada adından çokca söz edilecek önemli ülkelerin başında geldiğini bir kez daha hatırladı. Evet "...Türkler geliyor..."