Cuma, Ekim 16, 2009

Türk Medyasının Üç Dönemi ve Zavallı Biz...

Şu gazetecilerimiz  ilginç insanlar. Bugün olumlu, olumsuz eleştirdiğimiz herşeyi ama herşeyi onlara borçluyuz. Varın gerisini siz düşünün. Yıllar önce eğitimini alıp para vermedikleri için medyacı olmayı tercih eden benim gibi biri için iş hayatımın yirmi yılı bir taraftandan da onları takip ederek geçti. İçlerinde arkadaşlarım, dostlarım oldu. Mecralarda çalışırken kendimi hep mutfakta bulmamın bir sebebi belki de bundandı. Bilirisiniz reklamcı ve medyacılar genellikle yazı işleri ile aynı dili konuşmaz. Ama ben geçen sürede bu dili konuşmayı olmasada anlamayı öğrendim.
Ülkemizdeki medyayı şimdilik iki dönem olarak görmek ve değerlendirmek gerekir. Birincisi; Cağaloğlu Dönemi, İkincisi ise bugünkü Plaza Dönemi. Bu iki dönemi en iyi ifade eden ise Sosyalizm ve Kapitalizm kelimeleridir. Yani öncesi biraz siyasi, sonrası ticari. Medyanın Cağaoğlu Dönemi Türk medyasında sosyalizmi, Plaza Dönemi ise kapitalizmi temsil eder. İlginç olan bir diğer nokta ise Cağaloğlu döneminin genç sosyalistlerinin bugünkü Plaza döneminde mutfağın ağır abileri olmalarıdır.
Mutfağın ağır abileri yani Cağaloğlu dönemini yaşamış görmüş olanları çok farklıdır. Kendilerinin bu işin merkezinden geldiklerini düşünür ve bunu da hissettirirler. Herşeyi eleştirirler ve böylece mesleklerini icra ettiklerini savunurlar ama eleştiriye gelemezler. Gelenlerde sadece kendi listelerindekilerini kabul eder gerisine söverler. Onlar için haber rakiplerinin yapmadığıdır. Ayrıca haber çirkinlikleri ortaya çıkarmak için yapılır. Güzellik sadece arka sayfada soyunuksa haberdir. Başarısızlıkların seviyesizce eleştirilmesine önce izin verir sonrada ardından kendi adamlarını yeminli düşman ilan eder, sana ise methiyeler düzerler...
Stajını uzunca bir süre Cağaloğlu döneminde yapmış ve bir çok haberi yayınlanmış biri olarak o duyguyla orada tanıştı-rıldı-m. Sonra o duyguyu mecralarda çalışırkende fazlasıyla hissettim. Zor elde edilen kadrolar. Takip edilen kitaplar ve yazarlar. Siyasi söylevlerle biten sohbetler. Sigortasız ve avanssız geçen aylar. Yayınlanmayan haberler. Kapının önünde ücretsiz gazeteci olmak için şans bekleyen gençler. Önce bir habere gitmek için kollanan fırsatlar sonra haberim yayınlansın diye  yapılan abi-abla markajları. Alınan ekstralar, ödenen borçlar sonra ay ortasında avans için servis şeflerinin kapısında tekrar beklemeler. Geçmişini geleceği için harcayanlar. Haberi şefe başlığı rakibine göre yazmalar. Bir haberle başlayan ve bir haber ile biten kariyerler. Herşeyden önemlisi yaşanan rekabet, rekabet.
Medyada Cağaloğlu döneminin sona ermesi ve Plaza Döneminin başlanması rahmetli Özal ile olmuştur. Özal, medyada bir dönemi kapatan ve yeni bir dönemi başlatan ilk Başbakan olarak basın tarihine de adını yazdırmayı başarmıştır. Medya, kapitalizmle işte o dönemde Dalanlı plazalarda bizzat tanıştırılmıştır. Verilen arsalar, alınan teşvikler ve yurdışından getirilen mobilyalar, granitler, barlar, hamamlar, yüzme havuzları. Daktilolardan bir günde bilgisayara geçen ve çağ atlayan medya. Ama bu değişim döneminde çağ atlayamayan, değişemeyen zavallı medya tüketicisi. Değişen kağıt, baskı ve habercilik anlayışı ama değişmeyen okur kalitesi. Ona da çare, okuduğunu daha iyi anlaması için her sayfaya bir  köşer modası.
Cağaloğlu döneminin yarınları hiç olmadı. Hiçbiri bugünlerine bir kariyer planlaması yaparakta gelmedi. Onlar için önemli olan yarın için ayakta kalabilmekti. Her şey işti. İş ise bir kimlik. Kimliği elinden alınan ise hiç-bir-şey... Belki de bu nedenle ya çok eşlilik ya da yanlızlıktı oldu yaşam tarzları. O dönem dostları olan alkol ve sigara bu dönem en büyük düşmanları oldu. Dün fazla kazançları olmadığı için herşeyini paylaşanlar, kazanınca gizleyen oldu. Akşamları bilumum ucuz tekel ürünleri, beyaz peynir ve birazda fındık, fıstık ile başlayan avcı fıkralarını aratmıyacak haber muhabbetleri bu dönem Paris, Londra ve New York'ta yapılır oldu.
Hiçbiri o dönemde "Gazeteciyim, doğruyum, dürüstüm, tarafsızım. Haberilerimi yaparken en az üç kaynaktan doğrulatmadan ve taraflara eşit söz hakkı vermeden yazmayacağım. Kimseyi haksız yere suçlamayacağım. Gizli haber yapmayacağım. Amacım gerçekleri ortaya çıkarmak ve sadece halkı bilgilendirmek. Kimseyi yargılamayacağım. Ülkemin bölünmez bütünlüğüne zarar vermeyeceğim. Kamuoyumu yönetmeyeceğim, yanıltmayacağım. Din, dil, ırk ayrımı yapmayacağım. Bu onurlu görevi çalıştığım şirket ve şahsım için asla kötüye kullanmayacağıma namusum ve şerefim üzerine yemin ederim" diyerek bu göreve gel-e-medi.
O dönemde patronların medyadan başka işleri yoktu. Çünkü bu işi doğru ve etkin yapmak tek başına saygın bir kimlikti ve para kazandırıyordu. Peki patronlar ne zaman değişti ? Mecralarını Cağaoğlu dönemindeki "imkansızlıklar (!) içinde yetişen bu genç zenci medya çocukları " na bıraktıkları zaman. Onlarda patronlarına önce öteki işlerini, sonra daha çok nasıl kazanacaklarını gösterdiler. Dün devleti ve kanunları ülkesi için düzeltmeye çalışan bu gençler, patronlarına devletin ve kanunların aslında medya için nasıl bir kazanç kapısı olduğunu fark ettirdiler. Medyadan çekilen eski patronların yerine büyük işleri olan daha güçlü yeni patronlarını bizzat kendileri buldular. Yarınlarını kazandılar. Kimliklerini korudular. Aralarındaki iç rekabeti her zaman patronlar üzerinden yaptılar. Yapmaları gerekenleri, asla yapmamaları gerekenlerle birlikte yaptılar. Patronları için canlarını vermeye hazır yazılar yazdılar. Ama ne garip kimse kendini feda etmedi. Bu yolda harcadıkları arkadaşlarını ise milyon dolarlık yaptılar. Gündemleri hep kişisel yarınları içindi. Patronlar değişti ama onlar hep var oldular. Çünkü görevin aslı da buydu. Bu arada yüce davetin geldiği güne kadarda bu görevde kalmaya kendilerini mahkum ettiler. Hem de hergün değişen ve gelişen doğruları ve inançları ile. Birbirine benzememe ve yönetme egoları ile. Ülkede medyakolik ve medyafobik bir ortam oluşturma pahasına...
Sonuç, bütün bu yazıda tüketiciden yani bizden çok az bahsettik. Oralarda da zavallı durumuna düşürdük kendimizi. Çünkü bütün bunlara zaman ve para harcayan tüketiciye zavallı denmezde ne denir söylermisiniz ? Böyle giderse, yakında altı bin yedi yüz dolar kişi başı gelir ve yüzde yirmi üniversite ve üzeri eğitim seviyesi ile kişibaşı otuz yedi bin beş yüz dolarlık gelire sahip Amerika'nın medya tüketicisi ile birlikte medyamızın  "Celebrity" yani "Şan-Şöhret" dönemine girmesine tanıklık edeceğiz. Hemde hep birlikte. Haberiniz olsun...İlk bilen siz olun yani... Eğer böyle bir haberi ilk bilen siz olmak istemiyor ve sonumuz ne olacak diye merakta etmiyorsanız, arkadaşınıza söyleyin belki onlar inanır ve  böyle mecralara zaman ve para harcamaz. Ne dersiniz ?