Perşembe, Eylül 10, 2009

Ertuğrul Özkök ve Umre Üzerine...1

Medyada son iki haftadır en çok konuşulan konu hiç şüphesiz Ertuğrul Özkök'ün Umre ziyareti ve ilgili yazı dizisi oldu. Konuyu iki bölüme ve dört farklı açıya ayırarak değerlendirmenin daha sağlıklı olacağını düşünüyorum.Gerçi bugün itibariyle oluşacağı beklenen gelişmelerin farklı bölüm ve açılar oluşturması da mümkün ama öncelikle bugüne kadar ki gelişmeleri değerlendirmekte yarar var. Bu arada, sayın Özkök'ün bugünkü yazısı özel bir analiz gerektiriyor. Zira yarından itibaren köşerlerce ve ilgili kişilerce epeyce konuşulacak ve yazılacak. Biz bugüne kadar ki iki bölüm ve dört açıdan başlayalım... 


Bölümler...Bir; Haberin medya sitelerine düşmesinden bugüne kadar olan "Genel" Bölüm. İki; Bugün ve Sonraki "Kişisel" Bölüm.


Açılar...Bir; İnanç ve İbadet. İki;Haber ve Yazı Dizisi. Üç;Medya Pazarlama ve Yönetimi. Dört; Ertuğrul Özkök

İnanç ve İbadet açısından bakıldığında; medyanın mahalle diliyle söylemek gerekirse, laik Cumhuriyetciler (Özkök'ün ifadesi ile toplumun laik denilen Atatürkcü kesimi) için bir inanç veya inançsızlık yoklaması oldu. Muhafazakar İslamcılar (Özkök'ün ifadesi ile "dindar" diye bildiğimiz kesim) için ise "nasıl yani" şimdi Müslüman mı oldu yoksa diye bir tebessüm oluşturdu. Bu arada iki hedef kitleninde kafasında, acaba değişmiş olabilir mi ? Değişti ise nasıl değişti gibi bol sorulu bir durumda oluşturmayı başardı. Taki bugünkü "gezinin üzerimdeki etkileri" tarihi açıklamalarına kadar. Aslında iki hedef kitle de Özkök'ün gitmeden önceki halinin değişmeyeceğini düşündü. Ama konuya yine de " belli mi olur" diye temkinli yaklaştı. Sonuçta bir kez daha Özkök'ün bu yaş ve tecrübeden sonra kolay kolay değişmiyeceğini değişse de bunu bu geziden sonra belli etmiyeceğini öğrenmiş olduk.  
Bir de konunun, medyanın henüz tanışmadığı ama ülkenin çoğunluğunu oluşturan Müslüman Cumhuriyetciler açısı var ama bu şu an için konumuz dışı.


Haber ve Yazı Dizisi açısından bakıldığında ise önceliği haberi yapana vermek gerekiyor. Çünkü glasnost öncesi tüm yaşam tarzını ve hedeflerini değiştiren, sosyalizmin doktirinlerini cumhuriyetciliğe ve laikliğe uyarlayan bir sosyolog, bir hoca, bir gazeteci ve bir gündem belirleyiciden bahsediyoruz. Allah ile arasındaki stratejik ve özel iletişimi her fırsatta yazabilen ve büyük eleştiri alan biri. Medyanın amiral gemisinin en uzun süreli genel yayın yönetmeninin Umre ziyareti ve izlenimleri her açıdan müthiş bir haber özelliği taşıyor kuşkusuz. Çünkü şimdiye kadar yazdıkları için ağır eleştiri alsa da kendinden bahsedilmesini sağladı ve bu konuda merak uyandırmayı başardı. 


Yani gerçek haber, Hürriyet'in genel yayın yönetmeninin Umre'ye gitmesi ve izlenimlerini yazması değil. Gerçek haber, Ertuğrul Özkök'ün hem de Hürriyet'in genel yayın yönetmeni iken, hem böyle bir ortamda, hem de kafasındaki onlarca soru ile öncelikle gazeteci sonra da bir müslüman gibi müslümanlığın kutsal topraklarına gitmesi. Yetmiş iki saatliğine bile olsa orada bir müslüman gibi ibadet etmesi. Hem de müslümanlığı su götürmez iyi bir ekiple. Bu nedenle böyle bir konu kesinlikle bir haber değeri taşıyor ve yazı dizisi olmayı hak ediyor. 


Medya Pazarlama ve Yönetimi açısından bakıldığında ise ilk akla gelen Hürriyet'in ülkenin en büyük ticari gazetesi olduğu gerçeği. Böyle hassas bir konunun özellikle Ramazan ayında organize edilmesini bir pazarlama başarısı olarak değerlendirmek gerekiriyor. Zira, Hürriyet dahil bir çok gazetenin Kuran-ı Kerim ve dini yayın promosyonları ile tiraj rekabetine devam ettikleri bir ortamda beş-altı bin ekstra tiraj hiçte fena sayılamaz. Hatta dört kişilik gezinin masraflarını çıkardığı gibi oluşturduğu PR etkisi de artı bir değer. 


Konuyla ilgili teaserların medya sitelerinde yayınlanmasıyla başlayan medya pazarlama süreci, özellikle Ahmet Hakan'ın köşesinde daha da merak uyandıran cümlelerle desteklendi. Özkök'ün ilgili dost meclislerinde içten ve meraklı konuşmaları ise süreci son derece başarılı bir hale dönüştürdü. Ayrıca Özkök'ün konuyu sayın Aydın Doğan ve gazete yönetimi ile konuşarak ve fikir alarak yapması grupsal bir sinerjinin de oluşmasını sağladı. Bu nedenle Özkök'ün tüm süreci çok iyi yönetmesi zorunlu hale geldi. O da zaten öyle yaptı. Yazı dizisi öncesi ve devam ederken "İşte Hiç Yayınlanmamış Fotoğraflar", "Yarın, İçkinin Yasaklandığı Yer", Az sonra  tarzı habercilikle bilinen tüm pazarlama taktikleri kullanıldı. Hatta bugünkü köşesini DYH'e dün kesilen 3,7 milyar TL. lık tarihi vergi cezasına değil de Umre Gezisinin üzerindeki etkilerine ayırması da tam bir hassas süreç yönetim ustalığı örneğiydi. 


Bildiğiniz gibi teaser'larla birlikte medya, konuyu duyduğu ve okuduğu kadarıyla hemen tartışmaya başladı. Olumsuzca eleştirirenlerin gidiş ve dönüşüne muhabir ve kameraman göndermesi ise önemliydi. Ayrıca Umre'yi bir haber dizisine çevirmesi, seyahatin şirket hesabından karşılandığını ve oraya öncelikle gazeteci ve yönetici kimliğiyle gittiğini fazlaca hissettirirdi. Ademoğlunun duygu kalkanlarının açıldığı, onbir ayın sultanı olan bir ayda, bu gezini yapılması ise konunun pazarlamasal boyutu olduğunu ispatlıyordu. Ama burada ana soru, din üzerinden ticaret yapanları eleştiren ve suçlayanların böyle bir işe hem de Ramazan ayında kalkışmalarının ne kadar doğru olduğuydu. Ama onlar bu işi dindarlık cübbesi altında yapıyor. Bizim ise cübbemizin altında hiç bir şey yok diyerek karşımızdakini alt kültürlememek gerekiyor.

Ertuğrul Özkök açısından konuya baktığımızda ise bu geziyi, turistik bir havada ama sahne ışıkları, kameralar ve mikrofonlar eşliğinde yapması, egosal erişimini maksimize etmesi, Sebati Karakurt'a sergilik fotoğraflar çektirmesi, kendi sektör ve kategorisinde 25+ ABC1, lise ve üzeri eğitimli, kadın+erkek hedef kitle de şimdiye kadar ki en yüksek reytingi alması oldukça önemli. Bu yazı dizisi kendisine belki Aydın Doğan Gazetecilik Ödülü kazandırmayacak ama Hürriyet'in Ramazan da Umre'ye giden ve bunu yazı dizisi yapabilen ilk genel yayın yönetmeni ünvanı ile basın tarihine geçmesi sağlayacak. Ayrıca kendi deyimi ile reklamın iyisi kötüsü olmaz. Reklam reklamdır. Gerisi, tabiki yine teferruattan ibaret. 
   
Sonuç olarak, medyamız pusulasını sektörün amiral gemisinin genel yayın yönetmenine çevirince Özkök'e de bundan keyif almak kaldı. Sayın Oktay Ekşi'nin deyimiyle gazetecilik söz konusu olduğunda hele bir de konululacak bir şeyler yakaladıysa onu zapt etmek mümkün değil. Şu fani dünyada keyif alınacak işler yapan kaç gazeteci var ki ? Konuşulmak, önemsenmek sayın Özkök için önemli. Bunu belli etmesi ve imtiyazını hissettirmesini de bu nedenle normal. Ayrıca bu, rakipleri için soğuk ama buz gibi atlatma bir haber özelliği taşıyor. Kendi kendine doğurduğu bir haber hem de. 


Bu noktada, Umre'ye gitmeyi ve bunu haber yapmayı kendisinden önce ya Sabah veya Haber Türk akıl etmiş ve açıklamış olsaydı ? Ya da örneğin Fatih Altaylı yanına Murat Bardakçı'yı alarak haberi duyar duymaz bir başka Umre gezisi ve yazı dizisi başlatsaydı sayın Özkök yinede Umre'ye gidermiydi diye sorgulmak gerekiyor. 



Aslında, sayın Özkök içindeki karmaşayı bir sosyolog inceliğiyle çözmesi, içtenliği ile laik Cumhuriyetcilere müslümanlık propagandası yapmasından dolayı, Yeni Şafak yazarı Resul Tosun gibi hemen kutlanabilir.Umarım sayın Tosun, bugünkü yazıdan sonra bu teşekkür ve kutlamaları geri almaz. 







Tabiki sayın Özkök'ün inançlarını ve samimiyetini sorgulamak Yaradan dışında kimseye düşmez. Yazdıklarını çok stratejik, birazda politik bulabilirsiniz. Serdar Turgut'a* katılıp fazlaca kafa karıştırıcı olduğunu düşünebilirsiniz. Ya da Umur Talu'ya* katılıp doğru veya içten bulmayabilirsiniz. Veya Ali Bulaç'ın* Hürriyet'teki satırlarında Peygamberimiz (SAV)'e "İtiraz Edenlerin Profili"nden Özkök'e ait benzerlikler çıkarabilirsiniz. Ama bir bucuk milyar insanın Kabe'sine kendi düşünceleri ve isteğiyle gidebilen, duygularını kompleksiz ve bütün çıplaklığı ile  "Oysa ben 1970’li yıllardan itibaren kendimle barışmayı Katmandu’larda, Marakeş’in arka sokaklarında, Tibetli rahiplerin mabetlerinde, Hinduların arasında, Route 66’larda aramaya çıkmıştım.Müslüman doğmuştum, ama hayat beni, İslam’ın kutsal topraklarındaki arayışa hayatımın epey geç saatlerinde çıkarıyordu." diye yazabilen laik Cumhuriyetci, Türkiye vatandaşı, genel yayın yönetmenlerimiz biraz daha fazla olsa değil mi ?

Bugünkü yazısına rağmen ( yarın normal gündeme geri dönülecektir eminim) sayın Özkök'ün Umre haberi; inanmayanlara ve İslamiyeti gerçekte öğrenmeden yaşayan ama pahalı iftar sofralarını (hem kebabcı, hem de kişi başı 80 TL olanları dolduranları kastediyorum ) bir gelenek halinde dolduran kardeşlerimize iftar öncesi imam tazelettirmiş oldu. 

Özetle, konuya Özkök'ün İslamiyet ile tanışması, şartlarını yerine getirmeden de inançlı olunabileceği hatta Cennete girilebileceği, doğruyu yakında bulacağı gibi ulvi açılardan bakmamak gerekiyor. Haberi, inançlarını Allah ile sınırlandırdığını düşünen ve bunu çok fazla kamuoyu ile paylaştığı için de merak uyandıran. Hürriyet gibi bir gazetenin genel yayın yönetmeninin, inanç turizmine bu kez muhabirini değil de kendisini görevlendirmesi ve bir gezi-yorum haberi olarak bakmak gerekiyor. Kendisi de zaten bugünkü yazısında "...Umre ziyareti sırasında, içinde yaşadığım toplumun kültüründe ve kimliğinde çok önemli yeri olan İslam dininin Hac gerçeğini anlamaya çalıştım..." diyor. Yani siz de beni ve inançlarımı merak ettiğiniz için günlerdir bu yazı dizisini benim kalemimden takip ediyorsunuz hepsi bu. Yoksa fazla bir özelliği yok diyor. Bu arada kendisinin asıl hassasiyetinin yakın çevresi olduğunu sık sık belirterek, onlara da merak etmeyin eskiden ne isem şimdi de oyum mesajı veriyor. Bu mesajı olmalıyım, öyleyim, zorundayım, yetmişiki saatlik bir gezi, gördüklerim yaşadıklarım beni bu kadar hızlı değiştirmemeli diye de algılayabilirsiniz.     

Ayrıca "Efendimiz" ve "Allahım" hitaplarını ve "...Senin kucağından ayrılırken son duamı yapıyorum: “Allah’ım. İslam’ı karartmak isteyenlere, teröre bulaştırmak isteyenlere, istismar edenlere, fanatizmin girdabına sokmak isteyenlere mani ol. İslam’ın aydınlık, barışçı ve çağdaş yüzünü hâkim kıl...” duasını son derece samimi bulan ve duygulanan okurlara, bugünkü yazısından sonra yazısının hiçbir yerinde müslümanım demeden, namaz ve oruç gibi islamın şartlarını bundan sonra da yapmayacağını ilan ederek, bu ifadeleri nasıl böyle kullanabildiğini açıklaması gerekecek. Yoksa bindörtyüz yıl önce gelmiş son dinin, son peygamberinin (SAV) ve son kitabının söylediklerine göre yaşamaya çalışanların bundan sonra kendisiyle ilgili eleştirilerine ses çıkarmıyacak ? 


 





Bu arada Umre'ye genç öğrencisi Ahmet Hakan ve Zaman yazarı Ali Bulaç ile gitmesini, organizasyonu Nüans Turizm ile yapmalarını önemli bir ayrıntı olarak değerlendiriyor ve bu bölümü daha sonra değerlendirmek üzere yazıma şerh düşüyorum. 

*İlgili Ekler :


Oktay Ekşi-Akşam/Nagehan Alçı Röportajından 7.9.2009
"...Beklemiyordum. Ama Ertuğrul gazetecilik söz konusu olunca kendini tutamaz. Hele konuşulacak bir şey yakaladıysa zapt etmek mümkün değildir.

Peki siz gazetecilik söz konusu olunca nasıl olursunuz?

Benim kendi frenlerim vardır. Bazı şeyleri yapmam. Ertuğrul için böyle bir şey söz konusu değil.

Neyi yapmazsınız?

Galiba ben Ertuğrul kadar çok konuşulmayı seven biri değilim..."  
Umur Talu- HaberTürk/Kutlu Esendemir Röportajından 7.9.2009
"...Haber nasıl ölebilir? Bu o kadar ikiyüzlü bir şey ki. Kendileri haber olmaya çalışan insanlar haberin öldüğünü söylüyorlar. Baktığınızda “Haber öldü” diyenin haberi önemsememesi lazım ama onlar kendilerini bir haber olarak önemsiyorlar." "...Bir gün Anıtkabir sizin için bir fonksiyon, bir gün umre, bir gün bir peygamber, bir gün Atatürk, bir gün başka bir değer... Her şey, sizin kendinizi ön plana çıkarmanız için bir araca ve aracıya dönüşüyor. Bu hem o değerlere karşı bir saygısızlık; çünkü insanlar o değerlere inanıyor ve saygı duyuyorlar. İkincisi de, ayıp denen bir şey var. Nasıl bir ayıptır bu? Şöyle bir şey var: Siz kendinizi haber yapmaya çalıştığınız ölçüde var oluyorsunuz. Şöhretinizi sürekli gündemde tutmak için beslemeniz gerekiyor. O şöhret de doymak bilmeyen bir şey. Sürekli yem atmak zorundasınız ona. Bir yandan da nesneleşiyorsunuz. Önce her şeyi kendi özneniz için nesne haline getiriyorsunuz. Biraz önce saydığım değerler de dahil..."







Ali Bulaç'ın Hürriyet'teki yazısından 6 Eylül 2009
"...İlk İnananlar Hakikat ArayışçılarıHz. Muhammed’e inanan ve karşı çıkanların kişilik profilleri ve sosyo-politik konumları son derece önemlidir.
Hz. Muhammed’in çağrısına ilk olumlu cevap verenlerin ruhsal ve entelektüel bakımdan yüksek kapasitede olan “hakikat arayıcıları” olduklarını söylemek mümkün...Hz. Ebu Bekir, Osman b. Mez’un, Ebu Zer el Gifari, Salman-ı Farisi gibi.İkinci sırada Arap Yarımadası’nda yaşanan ahlâki çürümeye karşı belli bir tutum içinde olan “Hanifler” geliyordu. Bunlar hem birden fazla tanrıya ve bu tanrıları sembolize eden putların gerçekliklerine inanmıyor, hem de somut olarak ne olduğunu bilemeseler bile daha doğru, adil ve yüksek bir ahlâki hayatın mümkün olduğunu düşünüyorlardı..." "
İslamiyet’i kabul eden üçüncü insan grubu ise, hiç kuşkusuz yoksullar, ezilenler, sistemden dışlananlar ve kölelerdi. Bunlar Mekke’nin tabir caizse paryalarıydı, sistem içinde herhangi bir konumları yoktu. Konumsuz oldukları için tanrıları, önünde eğildikleri putları da yoktu, Bilal-i Habeşi gibi... Putlara yakın olmak sistemin içinde güçlü ve avantajlı konuma sahip olmakla aynı şeydi... Önceki peygamberlere de ilk tabi olanlar bu sınıftan insanlardı. Mesela kavminin seçkin tabakası Nuh’a “Sığ görüşlü (cahil, eğitimsiz) aşağı tabakadan insanların sana tabi olduğunu görüyoruz” (11/Hud, 27) diyordu. İtiraz Edenlerin Profili;  Hz. Peygamber’in tebliğine karşı koyanların profili de şöyleydi: Geçmiş kültüre, yozlaşmış geleneklere, zalimane törelere ve atalara bağlılık dolayısıyla kırılması çok zor önyargıları olanlar...Bunlar her seferinde, “Biz atalarımızdan böyle gördük, inançlarımızı ve davranışlarımızı değiştiremeyiz” diyorlardı. Mekke’nin sosyal, ekonomik ve politik düzenini kontrol eden yüksek tabakaydı bunlar... Kureyş’in önde gelenleriydi... İçlerinde Ebu Leheb, Ebu Cehil, Ebu Süfyan, Ass bin Vail, Velid bin Muğire gibi aşırı zenginler, kalabalık aile reisleri ve güçlüler vardı.Bunların değerlendirmesine göre Hz. Muhammed’in dedikleri geçerli olsa, kölelerle efendiler, yoksullarla zenginler, düşük sınıftan olanlarla asiller eşitlenecek, böylece üstün ve avantajlı konumlarını kaybedeceklerdi..."