Çarşamba, Haziran 24, 2009

Kriz, Parlemento, Medya ve Biz

Dünya ilk kez böylesine büyük bir global ekonomik krizi ile karşı karşıya. Uzmanlar bu krizin ne zaman ve nasıl biteceğini henüz bilmiyor. Tüketim toplumundan, tasarruf toplumuna dönüşüyoruz.  Gelişmiş ekonomilerde işsizlik artıyor, üretim ve satışlar düşüyor. Uzmanlar şimdilerde, dünyanın üçüncü büyük altın rezervine sahip olan IMF'nin,  elindeki altınları satma kararı alıp almayacağını konuşuyor. Satarsa bu krize çare olur mu ?  Kim alır ? Amerika bu işe nasıl onay verir ? Şimdi satmazsa ne zaman satar ? Sanki bu soruların gerçek cevabı kriz bitene kadar hiç verilemeyecekmiş gibi uzayıp gidiyor.  

Bizim gibi her beş yılda bir krize girerek büyüyen gelişmekte olan ekonomiler için ise bu krizden kurtulmanın yolu iç pazara yönelmek. TOBB Üreten Türkiye Platformu adıyla bir organizasyon başlattı. Üyeleriyle "Kriz varsa Çare de Var" kampanyaları yapıyor. Tüketici vatandaş,  bu işin kendisine ne yarar sağladığını hala anlamış değil ama olsun kampanya kampanyadır. Birileri oturduğu yerden felaket tellallığı yapmıyor, devlete elini açıp avuşturmuyor, boş durmuyor bir şeyler yapıyor diye seviniyoruz. Anlamasakta destekliyoruz. Krizi en az hisseden ise gelişememiş ekonomiler. Çünkü yıllardır zaten ve sürekli mali kriz ortamında yaşıyorlar. Dünyadaki gelir dağılımı adaletsizliği böyle devam ettiği sürece de onlar bu krizlerden değil, canlarına kasteden iç savaştan ve eğitimsizlikten etkilenmeye devam edecekler... 

Büyük ekonomiler ise herşeyin tanımı tekrar tekrar yapıyor. Kriz derinleştikçe, tanımlar "L" den " W" ya dönüyor. Kriz dünyaya kara bir veba gibi yayıldı ve kendini yönettirmiyor. Kriz yönetimi ancak şirket ve sektör özelinde günlük, haftalık uygulanıyor. Krizden kurtulmak için bütün planlar tüketicinin cebindekini harcamasına yönelik yapılıyor. Yani harcayın şu cebinizdekileri de artık şu krizden kurtulalım.  Peki ne kadarını ? Hiç olmazsa harcayabildiğiniz kadarını. 

Bu yöntem ile sistemin çarklarının tekrar dönmeye başlıyacağı kesin. Çünkü krizi tetikleyen politikacı, bankacı, yönetici olabilir ama krizler medya üzerinden topluma, toplumdan da bireye ulaştığında krizi aşma beklentisi de doğal olarak bireyden topluma, toplumdan ülkeye ve dünyaya olmak zorunda... 

Bu süreci uzatan veya kısaltan ise medyanın bu tür krizlerde üstlendiği sorumluluktur. Böyle dönemlerde medya patronları veya onların yöneticileri ülkesi, tüketicisi ile ticari çıkarları arasında sıkışıp kalırlar. Her kriz medya için ciddi bir sınavdır. Bu ülkede son yirmi yılda bütün krizlerde ticari çıkarlar malesef daha ağır basmıştır, basmak zorunda kalmıştır. Ama bu ticari tavrın, reklam yatırımlarını değil de, medya patronlarının faliyet gösterdiği diğer sektörlerdeki işlerine yaraması düşündürücüdür. 

Yıllardır 3 milyar dolarlık bir pazardan ve kişi başı 50 doları geçemeyen reklam yatırımlarından dertlenir her yerde söyleniriz. Her krizde sektörden birileri çıkar ve " lütfen reklam yapın" diye ağıtlı kampanyalar yapar. Yani telacıya tela satar ve almasını bekler...Ama kendi kasasından para harcıyarak reklamvereni kadar harcama yapmaz. Çuvaldızı kendine değil reklamverene batırır. Problemi kendi sisteminde ara-ya-mayan medya satış organizasyonları sayesinde her kriz sonrasında malesef ancak bir arpa boyu yol gidilmiştir. Bunun nedenlerinden biri de pazarlama yatırım araştırmalarının ülkemizde hala toplam reklam yatırımın yüzde 3'ü seviyelerinde olmasıdır. Amerika 'da bu oaran 10'lar seviyesindedir. Pazarın büyüklüğünü de düşünürsek bir arpa boyu yolun ne kadar olduğunu rakamlaştırabilirsiniz. Bu oran içinde medyanın pazarlama yatırımlarına ayırdığı pay ise malesef henüz bilinemiyor. Ancak son beş yılda medyanın yıllık planlarına 50-100 bin TL arasında araştırma yatırımı koyduğunu duyuyoruz. Gelirlerini sadece medya üzerinden elde eden şirketlerinin araştırma yatırımlarının bu kadar küçük olması medyaların yaptıkları yatırım ve aldıkları kararları hala ve sadece tecrübe ve özsezileri ile yaptıklarını gösteriyor.
 
Peki neden kriz dönemlerinde medya, ülkesi ve ticari çıkarları ile başbaşa kalıyor ? Yasaların uygulan-a-madığı bir ülkede bunun cevabını vermek daha kolaydır. Herşey bir ilişkiler bütünü ise her ilişki, size artı bir değer oluşturmadığı sürece anlamsızdır. Burada ulvi ve ahlaki değerler aramak ancak etik değerleri yüksek toplumların beklentisi olabilir. Eğer siz de ülkenizdeki yasaların arasında sörf yapabiliyorsanız ve bundan da herkes gibi ticari bir kazanç elde edersiniz.  Yani, Allahın verdiği aklı siz de herkes gibi kullanırsanız sonucu da böyle olması kaçınılmaz.  

Yasalar herkese eşit ölçüde uygulandığı takdirde saygı uyandırır ve caydırıcıdır. Güçlü ülkeler, yasaları ile sorunların üstesinden gelir, gerektiğinde hızlı düzenlemeler yaparak ve bunları uygulayarak güçlü kalırlar. Ama birçok problemi olduğu kabul edilen ve değiştirilmesi gereken anayasasını otuz yıldır değiştiremeyen bir ülkede, krizlerde medyadan bir şirket gibi değilde ulvi bir sorumluluğu yerine getiren bir sosyal kurum gibi davranmasını ne kadar bekleyebiliriz ?  Medyadan hem kar etmesini hem vergi vermesini hem de sosyal sorumluluğunu yerine getirmesini aynı anda nasıl bekleriz ? Tabi ki beklemeniz gerekir ama ! Bir ticari kurumun sosyal sorumluluğu ile ticareti arasında ince duygusal bir zar vardır. Ülkemizde bu zar, medya Babı-ali yokuşundan İkitelli plazalarına çıkılırken yırtılmıştır. İyi ki de yırtılmıştır. Ama bu zar, delindikten sonra çok dikilmeye çalışılmış,  doğal olarakta eskisi gibi işlev görmemiştir. Yapılması gereken zarı dikmeye çalışmak değil, vücudun günün koşullarına göre daha güçlü bir zar oluşturmasını sağlamaktı ama bunu da henüz başarmış sayılmayız.

Bir ülke kanunları ve medyası kadar güçlüdür. Ülkenizde güçlü uygulabilir, herkesin saygı duyduğu yasalar yoksa medya ülkenizi yönetmeye adaydır. Ama bunu istemeden yapar ! Bu da başta hükümetler olmak üzere herkesi rahatsız edebilir. Bir ülkenin parlementosu elindeki yeti ve yetkileri kullanarak yapması gerekenleri yapamıyorsa suçu, işi hergün halka bilgi ulaştırmak olan firmalarının üzerine atarak veya onların ne yapması gerektiğini söyleyerek ber taraf edemez. Etmemelidir. Hele tavrı onları yönetmeye kalmak hiç olmamalıdır. İnsanları korkutarak, baskı altında tutarak değil örnek olunarak yönetilmesi gerektiğini parlementonun bilmesi ve öğrenmesi gerekir. Hala öğrenmek için geç olmadığını düşünüyorum. Türkiye bu ve gelecek yüzyıla ismini yazdırabilmek için ne yapması gerektiğini bilen inançlı ve azimli genç bir ülkedir. Bu ülke insanının yaradılışında var olan beyefendi ve hanımefendi ruhunu canlandırması, örnek olması ve herkese de öyle davranması gerekir. Çünkü çözüm beynimizde başlar ve davranışlarımızla anlam kazanır. Krizlerin ve problemlerin üstesinden de ancak böyle gelebiliriz unutmayalım...