Cumartesi, Mayıs 16, 2009

İletişim Geni

Neden insan düşündüğünü söyleyemez veya düşündüğü gibi yazamaz ? Öyle ya, artık düşünce suç olmaktan çıkmadı mı ? Öyleyse, insanoğlunun, dünya veya vatanın bölünmez bütünlüğüne kastetmiyorsa herşeyi söyleyebiliyor olmalı değil mi ?  Ama söyleyebilemiyoruz. İnsan, düşünebiliyor ama düşündüğü gibi konuşamıyor, düşündüğü gibi yazıyor ama yazdığı gibi konuşamıyor. Olduğu gibi görünmekle, göründüğü gibi olmak arasında küçük bir problemi büyütüyor sonra da çözemiyor. Ama en üstün özelliklerde yaratıldığına da inanıyor. Ne garip bir varlık şu insanoğlu değil mi ?   

Eli Y.Acıman; Yeni bir şey söylemeyeceksen, hiç bir şey söyleme veya yazma daha iyi derdi. Gerçekten düşündüğünü söyleyememek, yeni bir şey mi bu, diye sorgulamaktan ve sonra da vazgeçmekten mi kaynaklanıyor ? Ya da yanlış anlaşılmaktan neden bu kadar korkuyor insan ? Bunun nedeni kendi neslimizi bir problemden kurtarma çabası mı yoksa ? “Bak, şu sorunun cevabı bu, ben buldum, araştırdım, inceledim, test ettim. Hiçbir şey yapmana gerek yok. Oku, düşün ve satın alırsan artık bunun için zaman harcama. Sen de başka şeylerin cevabını bul” telaşı mı ? Yoksa kendini karşısındakilere pazarlama, bencilce senin istediğin gibi yaşamalarını diretme egosu mu ?   

Pazarlama ağır ve zor bir kelime biliyorum. Cebimde günlerdir taşıdığım küçük not kağıdında şunlar yazılı; "Dinle, Eleştirme, Kınama, Şikayet Etme, İlgilen, Cesaret Ver, Gülümse, Takdir Et, İçten ve Dürüst Ol" Bu sözler aynı beşikte doğan ve büyüyen insanoğlunun birbirini anlamak için nasıl bir çaba içinde olduğunu gösteriyor. Oysa 2-3 yaşlarında bebeleri düşünelim. Dünyanın dört bir yanından getirelim onları bir araya. Aynı ortama koyalım  ve izleyelim. Birbirleriyle aynı ortamı paylaşmak için konuşmak gerekmediğini size adete ispat edercesine yaşarlar. Bu yaratılan insanoğlunun özünün aynı olduğunun en açık delilidir. Özü aynı olan insanoğlu nasıl olurda büyüdükçe anlaşılmaz ve çekilmez olur ? Sonra da daha yaşanabilir bir dünya için yukarıdaki sözlerle sağlıklı bir iletişim kurmanın yollarını arar ?   

Bu soruların cevabı belki de insanın varoluş nedeninde yatmaktadır. İnsanoğluna çocukluk yıllarında varoluşun nedenini öğretmeniz gerekmez. Çünkü bu doğuştan gelen bir özelliktir sanki. Yani DNA'larımızda var olan ana genlerden biri gibi. Problem, bu genlerimizin daha sonraki yıllarda doğru öğretilerle neden geliştirilmediği ve niçin bozulduğudur. Dünyadaki 4,5 milyar insan içinde iyi ve kötü diye bir ayrım yapabilir misiniz ? Yapmak istemeyiz. Çünkü herkes iyiden yanadır. Kimse kötü olmak istemez. İşte büyük bir çelişki daha. Herkesin iyi olduğu bir dünyada neden sağlıklı iletişim kurulamaz ? Yakın bir gelecekte ortak tek dile doğru gidiyoruz. Çünkü bozduğumuz ya da geliştiremediğimiz iletişim genimizin beynimizden isteği bu yönde. Kimse yokmuş sadece biz varmışız gibi yaşayacağız ama başkalarıyla karşılaştığımızda onlarında bizim gibi yaşamasını bekleyeceğiz. Ya da bizim gibi yaşamaları içinde ne gerekiyorsa yapacağız. Neden ? Çünkü kurallarını kendimiz koyuyor sonra da yaşıyoruz. Ama kurallarını koyduğumuz dünya bizim değil.  

Dün gece Broken Windows diye bir film izliyordum. Filmde özgür dünyanın kendi kuralları ile yaşayan genç insanları vardı. Hayatı istedikleri gibi yaşamaya çalışıyor ama yine de mutlu olamıyorlar ve güzel bir dünya için geçmişteki problemlerini çözmeye çalışıyorlardı. Ne garip.İstediğimiz hayatı yaşayabilmek için kendi kaderimizi çizmeye çalışıyoruz. Ama mutlu olmak içinse geçmişimizle mutlaka hesaplaşmamız gerekiyor. Çünkü geçmişimizde var olan bir problem geleceğimizi ipotek altına alıyor.  Sen ise o ipotekten kurtulmadan özgür ve mutlu olamayacağını düşünüyorsun. İpoteği kaldırmak içinse geçmişe ta çocukluğuna kadar geri dönüyorsun. Hani o mutlu olmak için hiçbir kuralın olmadığı başlangıç noktasına. Sonra tek-tek analiz ediyorsun. Yanlış nerede başlamış diye. O noktayı bulduğunda çözümünde kolay olacağını ve kurtuluşa ereceğine inanıyorsun. Ne büyük bir içgörüsel inanç değil mi ? Ama uzmanlarda bunu doğruluyor. Yani bilimsel bir karşılığı var. O zaman ne duruyorsun haydi geri dön, dönebilirsen o çocukluğundaki problemin başladığı o noktaya.   

Beyin hiçbir şeyi unutmuyor. Gördüğün, duyduğun ve yaşadığı herşeyi dosyalıyor. Bir de hala çözemediğimiz yaratılışımızda beynimize ücretsiz yüklenen ana dosya var. Size bu örnek yabancı gelmedi değil mi ? Şu anda Sudan da, Amerika da, İngiltere de, Avustralya da yaşıyor olabiliriz ama hak ettiğiniz iyi bir yaşam için hep aynı noktayı arıyoruz. Bu bir tesadüf olabilir mi ?  Ortak dil, bu noktayı bulmamıza mutlaka yardımcı olacaktır. Ama var olmamızın kutsal nedenini anlamak için kimbilir kaç nesil daha gerekiyor ? Oysa o çocukları kendi başlarına bıraksalardı mutlaka ana dosyalarında var olan bilgilerle ortak bir dil bulacaklar, onu geliştirecekler ve birlikte yaşamı bizden daha iyi başaracaklardı. Belki de biz daha yaşanabilir bir dünya da mutluluğun gerçek tanımının öğrenebilecektik.   

Şimdi eski zaman hikayeleri, yeni zaman teknolojileri ile sağlıklı iletişim tanımları yapmaya ve bunları yaşamaya çalışıyoruz. Düşündüğümüz gibi konuşamamanın, ya da konuştuğumuz gibi düşünememenin ağır cezasını bizden öncekilerden alıp sonrakilere devrediyoruz. Mevlana'nın "Ya göründüğün gibi ol, ya da olduğun gibi görün" sözünün bütün insanlık tarafından kabul görmesinin başka nedeni olabilir mi ? Sen olarak gönderiliyorsun ama davet geldiğinde sen olarak geri dönemiyorsun. Geri döndüğünde ilk sorgulandığın ise neden sen olarak yaşayamadığın.   

Okuduklarımız ağır, derin veya felsefi diyorsan, basit bir ifade ile tekrar edelim. Yani Acıman'ın deyimi ile harcamak için bozuk para yapalım bunları;  Günümüzde cevaplarını öğrenmek için en fazla para ve zaman ayırdığımız en popüler sorular aynı: "Ben kimim, neden buradayım, mutlu ve sağlıklı olmak için ne yapmalıyım ?" Sende bunları soruyorsan hala kendine ve bunların cevabı için çocukluğuna geri dönüyorsan. Dönme artık. Basit düşün, derine inme, bazı şeyleri sorgula ama herşeyi sorgulama, dünyaya kendini sen davet etmedin, geride sen çağırmayacaksın nasılsa. 36 derecelik sıvının içinde dokuz aylık mucize senin başarın değil. Sen sadece o mucizenin adısın.  İnsanlığa iletileni bul, oku, düşün ve denildiği gibi yaşa. Gayri gerisini içinden geldiği gibi söyleyiverde herkes duysun. Çünkü o gün kendin olduğu gündür, mutlu olduğun gün. Davete mutlu olarak katılacağın gün. Basit bir yaşamı karıştırarak sana sunanları artık eleştirme, karıştıran sen değilsin çözümde olamayacaksın nasılsa. Ama çözümün senden ve bugünden başladığını unutma, unutturma. 

Etrafındakilere de o okuduğundan bir kopya ver. Okumalarını, düşünmelerini, sorgulamalarını, araştırmalarını, yaşamalarını ve sonrada düşündükleri gibi konuşmalarını iste. İste ki yeni bir sayfa açalım ve problemin kendisi değil artık çözümü olalım.