Çarşamba, Ağustos 26, 2009

AGB'den Johnson Mektubu

Marketing Türkiye internet sitesi'nin (www.marketingturkiye.com) haberine göre AGB Türkiye Başkanı Craig Johnson, TV Reyting Ölçümleri ile ilgili Marketing Türkiye'ye bir röportaj vermiş ve TRT'ye yüklenmiş. Site, habere konu olan röportajın 1 Eylül 2009 tarihli sayılarında yayınlanacağını anons ediyor. Haber aynen şöyle; 
AGB Başkanı Johnson, TRT'ye yüklendi!

Şaibeli reytinglerle ve tartışmalarla son yıllarda gündemimize yerleşen AGB'nin Türkiye Başkanı Craig Johnson, sesizliğini bozdu. Köşesinden, "reytinglerle AGB oynuyor", "her şeyi AGB yapıyor, bu kurum bir işe yaramıyor" gibi eleştirileri izleyen Johnson, Star gazetesinde geçtiğimiz haftalarda yayınlanan "AGB Pes etti" haberini gördükten sonra ise Marketing Türkiye'ye konuşmaya karar verdi.
Önümüzdeki dönemde gerçekleştirilecek reyting ihalesi öncesinde, "AGB Pes etti", " AGB gitsin, kendine çeki düzen versin" gibi asıllı asılsız iddialara yanıt veren Johnson, TRT'nin kendi ölçümlemesini yapmasıyla ilgili olarak ise TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin'i hayli kızdıracak açıklamalar yaptı. AGB'nin imajını zedelemek isteyenleri, kimlerin kendilerini neden sevmediğini, yapılacak ihale de "AGB" nin kazınıp kazanmayacağını, bu ihalede şike olup olmayacağını ve daha birçok konuda ilk kez Marketing Türkiye'ye açıklama yapan Johnson'ın AGB'yi yıpratmak isteyenlere ve eleştirilere işte yanıtı...
Craig Johnson; "İbrahim Şahin, reyting almak için çok para harcadı, aldığı sonuçlar ise ortada. Önceden İbrahim Şahin ‘Benim için reyting önemli değil' diyordu, sonradan ise bir anda reytinginden memnun olmaması biraz ilginç. Şimdi ise TRT kendi ölçümlemesini kendi yapacak. Bir devlet kanalının alternatif bir ölçüme sistemi isteyerek, halkın parasını harcaması çok sıradışı. Açıkcası böyle bir araştırmanın sonuçlarına, insanların ve sektörün de nasıl güveneceği de ayrı konu."
Röportajın tamamını 1 Eylül tarihli Marketing Türkiye'de okuyabilirsiniz...19.08.2009 


Haberin bu kadarını gördükten sonra Mr. Johnson'a nacizane küçük bir önerim var. Bu üsluptaki bir röportajı hazır dergi baskıya girmeden geri çekmeli. 17 yıldır Türkiyemizde bu işi yapan bir uluslararası firmanın yeni ülke başkanı olarak böyle bir üslupla röportaj vermemeli diye düşünüyorum. Ayrıca TRT'nin ihale şartnamesini almış bir firma olarakta geri çekmeli.

Ama öncelikle şunu belirtmekte yarar var. AGB, hala TİAK'a hizmet veren bir şirket durumunda ve sözleşmesi devam ediyor. Yani konu ile ilgili bir açıklama beklenen yer AGB değil TİAK. Ayrıca TRT hala TİAK üyesi. Eğer TİAK Kurulu bir araya gelmiş ve TRT'nin üyeliğini dondurmamışsa tabii. Ancak TİAK, hala sessizliğini koruyor. Bu sessizlikte sektörün TİAK'ın da AGB'den memnun olmadığı sonucunu çıkarması boşuna değil. Çünkü TİAK sözleşmesinde kimin ne tür açıklamalar yapabileceği belli. Ayrıca AGB'nin yeni dönem ihalesine girmesi (ki gireceklerini söylüyorlar) ve kazanması halinde böyle bir geçmişle nasıl sağlıklı bir gelecek inşaa edilecek ? İhaleyi diğer iki şirketten birinin kazanması halinde ise bugün yaşananları sektör nasıl yorumlayacak ?
Mr. Johnson'un açıklamalarını, bu ülkede onyedi yıldır tek başına TV reyting ölçümü yapan uluslararası bir şirketin kurumsallığına yakışan ölçülerde bulamadım. Merak ettiğim TIAK'ın bu röportajda onayı olup olmadığı ? Ayrıca neden iddia ve cevaplarını kurumsal bir dille "Kamuoyuna Duyuru" şeklinde gazete ve dergi reklamı ile duyurmadı ? Bu arada MT'yi de kutluyorum tabi ama AGB'ye yakışan bu olmaz mıydı ? Bu röportaja kimimle hazırlandığını bilmiyorum ama keşke konuya farklı açılardan da bakabilselerdi. 


Örneğin "... Bir devlet kanalının alternatif bir ölçüme sistemi isteyerek, halkın parasını harcaması çok sıradışı..." diyor. Benzer sözü daha önce Haber-Sen Başkanı'da söylemişti hatırlayacaksınız. Bu durumda, Mr Johnson'a bir devlet kanalının ne işi var TİAK'ta diye sormazlar mı ? Sorarlar. Peki ne diyebiliriz böyle bir durumda ? Ama o zaman bir lira veriyordu, şimdi 10 lira verecek mi diyeceğiz ? Daha fiyat bile belli değil. TRT yeni ihalesi nin sonucu ile ilgili resmi bir açıklama yapmadı. Yani korumaya çalıştığı Türk halkının 9 lirası mı ? Peki TRT, bu bedelleri kendi reklam gelirlerinden mi yoksa halkın vergilerinden gelen hesaptan mı ödüyor ? Ne kadar biliyoruz ? Bilmiyoruz. 


Ayrıca TRT Genel Müdürü için "...İbrahim Şahin, reyting almak için çok para harcadı, aldığı sonuçlar ise ortada. Önceden İbrahim Şahin ‘Benim için reyting önemli değil' diyordu, sonradan ise bir anda reytinginden memnun olmaması biraz ilginç..." diyerek acaba konunun politik boyutuna mı işaret etmek istiyor. Belki de yakında RTÜK'ün ölçümleri yaptıracağını ve bundan da AGB'nin rahatsızlık duyduğunu söylerek taraf olduğunu belirtmiyor mu ? Diyelim önümüzdeki yıl RTÜK, yasanın ilgili maddesini işletti ve ölçümlerin kontrolünü eline aldı, AGB açılan ihaleye girmeyecek mi ? Bu durum bir ticari şirket için biraz değil fazlaca ilginç olmayacak mı ? Ayrıca reyting için yapılan program yatırımlarına ne kadar para harcandığı, bunların sonuçlarının ortada olması gibi konular fazlaca kişiselleştirilen ve duygusal noktalar değil mi ?

TRT gibi kamu kurumlarının devletten karşılıksız yardım alarak sektörlerinde haksız rekabet oluşturmaları yıllardır en büyük problem olmadı mı bu ülkede ? O zaman kendi kazançları ile çarklarını döndürmeleri gerekmiyor mu ? Bunun için TRT'nin reklam gelirlerini artırmak yerine başka nasıl bir yol izlemesini bekliyoruz ki ? Bu yılki Araştırmacılar Zirvesi'nde reytingin artık tek başına anlam ifade etmediği yapılan kantitatif tüketici araştırmalarında da kanıtlandığı söyledi. Kaç reklamveren, yaptığı reklamın karşılığını satışta görmedikçe o mecraya reklam vermeye devam ediyor ? Reytingler istediği kadar yüksek çık-arıl-sın. Bunlar ortadayken kim, kimi nasıl ikna edecek söyler misiniz Mr. Johnson ? 


Ayrıca TRT'nin reyting hesabı yapması reklamveren, rekabet, program kalitesi, sektör ve izleyici açısından yararlı değil mi ? Ayrıca farklı şirketlere de yaptırılmasını doğru bulmasakta çıkacak sonuçları başta medya şirketleri** sonrada kanallar* en ince ayrıntısına kadar soruşturup araştırmayacak mı ? Sektör de reklam yatırımlarının yüzde 65'i bu medya şirketleri** yapmıyor mu ? 


Medyanın mahallelere ayrılması için uğraş verildiği bir dönemde ajanslar, reklamveren ve sektör buna seyirci kalmamalı. Hatta AGB gibi sektörün sağlıklı büyümesine destek olan şirketlerin kızılcık şerbeti içmesi ama TİAK konuşmadığı sürece konuşmaması gerekmez mi ? 


Mr. Johnson sektörde profesyonellerin bürokratlardan çok daha uzun süre (ortalama 10-12 yıl) koltuklarında kalabilmeyi başardıklarını fark etmiş olmalı. Acaba, açıklamalarını sayın Şahin üzerinden yaparken kendine kaç yıl, Şahin'e kaç yıl hesapladı ? 


Mr Johnson'u şahsen tanımıyorum ama söylediklerinin bu kadarını bile okuduktan sonra akla gelenler bunlar. Röportajı bekleyip detayları göreceğiz. Yanılmayı diliyorum. Umarım söylenenler bunlarla sınırlıdır.  Bulunduğum konum işin kişilere göre değil doğrulara göre yapılmasını gerektiriyor söylüyor. Bazen tamamen duygusal (!) olabilen bir sektörde doğruluk, tarafsızlık ve bağımsızlık taraf olarak nitelendirilebiliyor.

Bu arada, AGB Türkiye'nin bugüne kadar yaptığı tek iş TV Reyting Ölçümleriydi. O halde, ihale sürecine kadar, kaybetme ihtimalinide düşünürek bir B planı mutlaka yapmıştır. Bu planın başlangıç noktası hizmet çeşitliliğini artırmaktır. Yok eğer hala bir B planı yapmak için erken olduğunu düşünüyorlarsa, o zamanda bunun üç nedeni olabilir. Birincisi çok küçülecek ve yeni ihaleye kadar bekleyecekler. Bu durumda var olan kadroları TİAK veya TRT ihalesini alacak şirketler tarafından isdihdam edilecek. İkincisi, Türkiye Ofisi'ni gelecek ihalelere kadar kapatacak. RTÜK'te sayın Arınç'a verilen brifingte söylendiği gibi ülkeyi terk edecekler ve gelişmeleri merkezden takip edecekler. Üçüncüsü ise ihaleyi tekrar kazanacaklar. Şu anki gelişmelere ve rakip şirketlerin yetkililerine göre AGB'nin yeni ihaleyi kazanması çok zor hatta Mr. Johnson açıklamalarından sonra imkansız görülüyor. 

Mr. Johnson'un geldiği günden bugüne sektörü ve TİAK ile ilişkileri yeteri kadar iyi gözlemleyemediğini ve yönet-e-mediğini düşünüyorum. Bunda bir çok neden olabilir. İhale sonucu olumsuz bile olsa, 17 yıldır Türkiyemizde TİAK'ın onayıyla bu işi yapan AGB'nin hizmet çeşitliliğini artırarak faliyetlerine devam etmesi gerektiğine inanıyorum. Diğer taraftan AGB'nin Araştırmacılar Derneği yönetimi ve üyeleri tarafından da böyle bir dönemde desteklenmesi gerekir. Onlardan da ses çıkmıyor. Nasıl çıksın ? Bir tarafta reklamveren, diğer tarafta mecralar, öteki tarafta ajanslar hepsi de müşterileri ve TİAK üyesi. Yani ? Böyle düşünerek desteklenmiyor ve suskun kalınıyorsa bu, AGB için söylenenlerin doğruluğunu onaylamak anlamına gelmez mi ? O zaman yakında AGB çalışanları hakkında soruşturma mı açılacak ?  


Aslında bu gelişmeler basına ilk yansıdığında Rekabet Kurulu'nun vakit kaybetmeden bir ön inceleme başlatması gerekirdi.  Çünkü problemin ana nedeni reklam gelir dağılımındaki adaletsizlik ve haksız rekabet. Ama kurumun başında çok dosya ve müracaat varmış. Çalışan sayısı da yetersiz olunca, var olan dosyaları ve gelen şikayetleri incelemekten kendileri inceleme açamaz duruma gelmişler, yazık. Ne diyelim, görünen o ki herkes bildiğini yapmaya devam edecek. İnşallah herkes iyi niyetlidir. 

*TİAK Kanal Aboneleri: ATV, Cine 5, Discovery Europe/Eng., Flash TV, Fox TV, HaberTürk, Kanal 7, Kanal D, Samanyolu TV, Show TV, Star TV, TRT 1 (Toplam 12)
**TİAK Ajans Aboneleri: Aegis Media, Altıncı Duyu, Cereyan Medya, Maxus, Maya İletişim, Media Maks, Mediacom, Mediaedge:cia, Mind Share, Optimum Media, Speed Medya, Starcom All Media, Universal Mc Cann, Veritas Medya, Zenith Media (Toplam 15)

Medyada Kirlenmek Güzeldir...

Bu yazı " Özkök ve Dumanlı'ya Bir Öneri" yazısından önce yazılmıştır. Bazı düzeltmeler nedeniyle yeni yayınlanmıştır.


Memleketimizdeki gazeteci köşerlerin şu an da en çok ilgilendiği konulardan biri de şu Ertuğrul Özkök 'ün 26 Mayıs 2009 tarihli sayısında başlattığı sonra Ekrem Dumanlı'nın devam ettiği benim ifademle Medya Dersleri 2009. ( Benim 12 yıldır GSF'deki dersimin adı da "Medya Analizi" tesadüf mü acaba ? ) 
Özellikle Güneydoğu Açılımı konusunda ikisi de çözüm için ısrar ediyorlardı. İşte şimdi bu analizin tam zamanı diye düşünmüştüm. Zira, ilk kez Türkiyemizde güneydoğu açılımını tüm zorluklarına rağmen demoktratik ! bir platformda tartışılmaya başlandığı bir dönemin başındaydık. İki farklı düşünceyi temsil ettiğini düşünen iki genel yayın yönetmeni de bu konunun çözüme kavuşturulmasını istiyordu.


İki gazetenin toplam okur erişimi ve etkilediği kişiler düşünüldüğünde gelecek için güzel planlar yapmaya başlıyabilirdik. Gerçekten yıllardır düşündüğümüz ama bir masa etrafına toplandığımızda bir türlü söyleyemediğimiz şeyleri konuşmanın zamanı mıydı ? Medya çözümü ilk kez megolamani krizlerine rağmen istiyordu. Belki de artık, Avrupa ve Amerika seyahatlerinde sürekli itilip-kakılmaktan sıkılmışlardı. Ya da bu, başka bir olumsuz sonun başlangıcı olabilir miydi ? Konu tartışılmaya başlanmadan önce tüm medya (istisnalar kusura bakmasın) ortak bir akılda bir araya gelebilmişti. Buraya kadar olan gelişmeler hiçte şaşırtıcı değil di ama hükümetin somut girişimlerde bulunması, medyadaki suyun bulanmasına yetti. 


Bu yaklaşımı tetikleyen hükümetin, 12 gazeteci ile özel bir arama toplantısı yapması oldu. Toplantıya çağrılmayanlar, toplantının neden Emniyet Genel Müdürlüğü'ne ait bir yerde yapıldığından, çağrılan kişilerin özel durum analizlerine kadar herşeyi sadece olumsuzluk olarak sayıp döktüler. Aslında içerikten çok üslup konuşuyorlardı. Bu medyamızın megolamani hastalığının nüksettiğini gösteriyordu. Çünkü katılanların içinde neden çağrıldıklarına hala anlam veremeyenler ile çay bile içmeyenler bunu da önemli bir şeymiş gibi çıktığı TV programında söyleyenler vardı. Megolamanisi nüksedenin üslubu; şöyle bir açılım yapmazsanız onaylamam, okurlarıma söylemem, sizi de desteklemem, zaten bu konuda ciddi olduklarına inanmıyorum. Bu iş böyle çözüme kavuşturulamaz. İnandırıcı değil... Bana ne, bana ne işte... havasından başka bir şey değildir biliyorsunuz. 


Bu üslup, bu tür kriz veya yeni açılım dönemlerinde gündem saptırmaya kadar gider  hatırlarsanız.  Konu ülkenin bütünlüğü, geleceği, gelişmişliği gibi milli şeyler olsa da bizim bazı gazeteci ve köşerler için farketmez. Onlar her zaman, her şeye karşıdır, bunu da gazetecilik adına yaparlar haa !  Durumları biraz bizim "Çarşı herşeye karşı" havası "Beraber yürüdük biz bu yollarda, beraber ıslandık yağan yağmurda ..."durumları değil yani. İşte medya, işte ülke, İşte...


Bir ülkede kalkınma, yenilenme ve değişimin önce medyadan başlanması gerekir. Çünkü kamuoyunun iletişim köprüsü medyadır. Bu nedenle " bir ülke ancak medyası kadar güçlüdür" sözümü bir kez daha tekrarlıyorum. Ama burada kastım hükümetin bir şekilde bu işe karışması değil, lütfen yanlış anlaşılmasın. Kastım, ülke kamuoyunu gerçekten temsil eden bir medyadan bahsediyorum. Okurların eğitim, bilgi ve entellektüellik seviyelerini sürekli yükselten bir medyadan. Ülke çıkarlarını herşeyin üstünde tutan, dürüst güvenilir, inançlara ve yaşam tarzlarına saygılı, meslek etiğine önem veren bir medyadan. Kendi çamaşırlarını kamuoyu önünde yıkama işini alışkanlık haline getirip, " kirlenmek güzeldir"  reklamına dönüştürmeyen medyadan. Tabiki çamaşırdır kirlenir ama bu çamaşırlar ... ile temizlenir mi bilmem. Gerisini artık siz tamamlayın lütfen. 


Bir gazetede bir köşerin ortalama işgaliyesi sayfanın 1/4'üne eşittir. Yani dört köşer bir sayfa yapar. Bu işi en az iki gün sürdürdükleri düşünülürse sadece dört gazetede İki Tam Sayfa demektir. Yani gazete başına hem de ön bölümünde yarım sayfa. Eminim böyle bir dönemde bu alanlara ülke yararına olacak daha önemli konular haber ve yorum olarak yazılabilir. Ne dersiniz ? Ya da bundan sonra genel yayın yönetmenleri uzman medya köşerleri belirlesin, sadece onlar yazsın bu tür yazıları. Bakalım kaç kişi tıklayacak onları ? 


Ya da lütfen bir an önce ya tasviye olun, ya sevin veya terkedin de kalanların gazeteceliğini görelim. Değil mi ? 


Not: İlgilenenler için "... olacak gazeteciler" konusunda bazı ünlü köşerlerimizin ilk günden yazdıkları yazılarının linkleri var. 

19.8.2009 Mehmet Barlas'ın yazısı/Sabah
19.8.2009 Serdar Turgut'un yazısı/Aksam
http://www.superpoligon.com/haber/11827

22.8.2009 Reha Muhtar'ın yazısı / Vatan

22.8.2009 Mehmet Barlas'ın yazısı /Sabah

Özkök ve Dumanlı'ya Bir Öneri

Bundan önceki yazımda uzun süredir düzenli takip ettiğim iki gazeteci sayın Özkök ve sayın Dumanlı'nın karşılaştırmalı bir analizini yapmıştım.  Zira Özkök önceki, Dumanlı ise bizim kuşağın temsilcisi olarak birbirlerine gazetecilik dersleri veriyorlardı.


Medyamız son onbeş yıldır, ülke gündemi ne olursa olsun mutlaka kendi içinde de bireysel gündemler bulmuştur. Bunların en popüler olanı çamaşır yıkama günleri olarak özetlenebilir. Yani aklanma-paklanma ve temize çıkma haberleridir. Aralarında ticari bir konu bulunur bulunmaz, hemen eski çamaşırlar ortaya çıkarılır, kirli, temiz ve renkli karıştırılır. Sonra özellikle yumuşatıcı ve kireç sökücü konmadan makineler çalıştırılır. Çıkan gürültü ve patırdı arasında makineden çıkanlar birinci sayfalara asılarak kurutulmaya çalışılır. Vatandaş ise bu kadar gürültü ve iç çamaşırı arasından, verdiği 40-50 kuruşa değecek şeyler bulmaya çalışır. Bulamayınca da şarkıcı, türkücü, arka sayfa güzeli, Yerli Brezilya dizileri, futbol maçları, Maratoncu yorumları arasında dolaşır durur. Yapacak fazla bir şeyleri olmadığı için inşallah bu kez çamaşır yıkama işi çabuk biter diye dua eder. Düşünsenize TUİK 2008 verilerine göre Lise ve üzeri eğitimli sayısı 13,8 milyona ulaşan bir ülkede kitap satın alma ve okuma alışkanlığı artıyor ama gazete okuma alışkanlığı aynı. Gelin içindeki dersi siz çıkarın.


Çamaşır yıkama işine geri dönersek. Bu işte en çok çamaşırı olan en az yorulur. Zira hiç kimse kendi çamaşırını yıkamaz. Herkes birbirinin çamaşırını yıkamaya çalışır. Çünkü bu adettendir. Kendi çamaşırının yıkamak ayıp karşılanır. Ayrıca bu tür ortamlarda artık her tür çamaşır yıkanıp asılır hale gelmiştir. Bu da çamaşır miktarının zenginliğindendir. Ara sıra hazır çamaşırlar çıkarılmışken ulu orta yerde birbirine kese atmak isteyende çoktur. Mesela köşerlerinde bu ortamlarda çamaşır yıkaması hatta hatta kese atması fazilet olarak görülür. Keseleme ve yıkama işinde çalışmayan köşer ise genellikle bertaraf olur. Bu ona yıl sonu primi veya maaş artışları enflasyonun bile altında verilerek geri döner. Neredeyse bir çok köşer bu çamaşır yıkama seanları sırasında eski bir çok çamaşırını şeffaf olarak sergilenmesini yiğitlik olarak görmüş ve kendi kendine rütbe bile vermiştir. En ilginç olanı ise daha terlemeyen ve çamaşırı bile olmayan genç köşerlerin bu iş bir başlası diye fırsat kollamasıdır.  


Biraz ciddiyet lütfen. Güneydoğu, Alevi-Sunni ve Azınlıklar gibi üç açılımın yapıldığı çok önemli bir ortamdayız. Hepsinin aynı anda gündeme gelmesi doğrumuydu, yanlışmıydı. Bunları bir kenara bırakalım. Zira bu işin tarafları bir araya geldi ve konuşmaya başladı. İşte böyle bir ortamda hükümete ve olaylara farklı açılardan baka-bile-n iki gazeteye ve tabiki onların genel yayın yönetmenlerine büyük iş düşüyor. Ben de bu iki gazetenin genel yayın yönetmeninin aslında yaptıkları işin kutsallığına inandıklarını düşünerek bir çağrıda bulunmak istiyorum. Bu konular çözüme kavuşuncaya kadar birbirlerine ders vermek, liste açıklamak yerine kamuoyunun kendilerinden beklediği sorumluluğu yerine getirmelerini rica ediyorum. Çünkü hükümet kim olursa olsun, çözüm bekleyen üç konu şu anda ülke ve dünya gündeminde. Çözüm yolları araştırılmaya ve yol haritaları çıkarılmaya çalışılıyor. Politikacıların laflarını Generallere, onların söylediklerini politikacılara servis ederek kalan sayfalara ve köşelerede kendi çamaşırlarınızı asarak gazetecilik yapmaya ara verin artık lütfen.


Laf lafı açıyor, çok güzel hareketler çekiliyor, hükümetler değişiyor ama ülke sürekli ders tekrarı yapıyor ve bir türlü mezun olamıyor. Gazeteler her Ramazan Kuran-ı Kerim dağıtmada, Televizyonlar yeni yerli Brezilya dizileri ve para ödüllü yarışma programları başlatmada birbiriyle yarışıyor. Sonra Kuran-ı Kerim dağıtanlar bunları kimseye göstermeden evlerinizde okuyun, Televizyonlarda yerli dizileri tok karnına alışkanlık yapmadan seyredin diyor. Ülkenin gündemi yerini medyanın gündemine işte böyle bırakıyor.


Böyle gazetecilik ve yayıncılık yapmaya ara verin lütfen. Ülke gündemine Bu işe destek vermek için sadece alkışlamak gerekmiyor. Doğru soruları sormak, ve ilgilileri uyarmak gerekiyor. Bunu da yapabilecek tek yer medya. Eğer bu iki gazete ülkenin bölünmez bütünlüğünü herşeyi üzerinde görüyorsa bu konuların   çözüm yollarının bir an önce çıkarılmasını sonrada gerçekleştirilmesinin takipcisi olmalı. Düşünün yıllardır bu konular politik malzeme olarak kullanıldı öteye gidilemedi. Bu da en çok Türkiyemizin değil başkalarının işine yarad. Buna izin veren medya ise politize oldu. Ama bir NYT veya WP Amerika için bunu yapmadı. Bir Independent ve The Times da bunu İngiltere için yapmadı. Şimdi sıra bizde. Hani gizli gizli imparatorluk kanımız tutarda mangalda kül bırakmayız ya. Hadi bakalım gösterin genel yayın yönetmenliği hünerlerinizi de vatandaş medya, gazetecilik görsün.


Sayın Özkök "Ya Sev, Ya Tasviye Ol" sayın Dumanlı "Tasviye Edilecek ..." ve "Ayakta Kalacak Gazete(ci)ler" yazılarını bir kenara bırakın lütfen. Yıllardır medya, ama bilerek ama bilmeyerek bu ülkede çok gündem kaçırdı ve bundan Türkiyemiz zarar gördü. Şu işleri bir halledin sonra döner isterseniz tekrar çamaşır yıkar, birbirinize ders verirsiniz.


Gelecekte ülkenin referans gazetelerini çıkarmak veya sizden sonrakilere böyle bir miras bırakmak istiyorsanız. İşte size tarihi bir fırsat. Biriniz hırslı biriniz tecrübeli. Örnek olabilirsiniz. Eğer örnek olursanız Babı'alinin yeni tarihini siz yazmaya başlayabilirsiniz. Eminim sizi destekleyecek genel yayın yönetmenleri çıkacaktır. Biraz ciddiyet lütfen. Yoksa Allah sizi affeder mi bilemiyorum ama okurlarınız ve onların çocukları sizi affetmiyecek.  Ama ne diyelim Allah Affetsin...