Medya, kendisinin yönetilmez, yönetilemez ve yönetilmemesi gerektiğini düşünür ve savunur bilirsiniz. Günseli'nin Başbakan'ın ülkeyi artık daha rahat yönettiği oysa hala medyayı yönetemediğini söylemek istemediğinizden eminim. Bir ülkenin Başbakanı'nın haftada 7098 kez medyaya haber olmasının altında çok konuşulan bir Başbakanımız olduğu da ya da çok konuşan bir Başbakanımız olduğu çıkabilir. Hangisinin doğru olduğunu tartışmak gereksiz. Gerçek şu ki herşeyi yazan bir medya ve yazılanlara cevap vermeyi alışkanlık haline getirmiş politikacıların olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Çok fazla mecra, çok fazla köşer ve yorumcunun olduğu bir ülkede konuşmayı çok seven politikacıların olması doğal değil mi ? Aslında değil. Politikacı, milletin vekili olarak daha olgun, soğukkanlı, anlayışlı ve otoriter olmalı. Ama ülke insanı da çok konuşmayı seviyor. Böyle bir ülkeden konuşkan politikacılar çıkmaz da ne çıkar ? diyebilirsiniz, katılıyorum. Ama sorun, o yetkiyi aldıktan sonra başlıyor. Çünkü toplum, kendinden daha fazla konuşan politikacıları belli bir süre sonra ciddiye almıyor. Bir ülke de Başbakan ve parlemento üyelerinin her yaptıkları, her zaman haberdir. Başbakanlık sıfatı ise daha fazla haber olmayı gerektiriyor doğal olarak.
Bir konuşmada önemli olan konuşmanın gizli şifreleridir ve bunu dinleyenlerin kendisinin araştırması, çözmesi veya anlaması gerekir. İletişime lezzet katan budur. Konuşmaktan veya dinlemekten keyif olmakta bu değil midir ? Bu aynı zamanda karşındaki insana saygının da bir gereğidir. Uzun yıllar önce Londra'da bir eğitim sırasında tanıştığım bir Japon arkadaşım Masayama Tachashi "Biz Japonlar, basit şeyleri saygısızlık olarak algılarız. Çünkü aklımızı iyi kullandığımızı düşünürüz" demişti. Ne dersiniz insan, aklı olan ve düşünebilen en gelişmiş canlı türü değil miydi ?
Geçmişimize gittiğimizde çok fazla saygın insan olduğunu görürüz. Her konuda konuşmayan, olumsuz eleştiri de bulunmayan, karşındakini incitmekten özellikle kaçınan, dinlemeyi güzel bir alışkanlık ve erdem olarak gören, sözü bitmeden ve izin istemeden konuşmayan, karşındakinin üstün özelliklerini öne çıkararak konuşan, gördüğü bir hatayı örtmeye çalışan atalarımızdan bahsediyorum. Hani şu dünyanın hala çekindiği ama saygı duyduğu atalarımızdan. Hani şu bize tarih derslerimizde anlatılmayan ama örneğin İngiltere'ye gittiğinizde karşınıza çıkan atalarımızdan... Bugünkü duruma bakın, Osmanlının torunu Türkler iletişimi yeniden öğrenmeye çalışıyor...
İletişimi yeniden öğrenmeye çalışan bir ülkede olsak, Başbakan ile medya arasında bu kadar konuşma geçmemeli... Ne de olsa artık goggle şöyle veya böyle herşeyi ingilizceye ve başka dillere çevirdiği göre dost olmayanları sevindirmenin alemi var mı ? Eminim Davos'ta dünya medyası önünde "one minute" diyen bir Başbakan bunu hiç istemiyordur. Ne de olsa taşıdığı kimlik Türklerin Başbakanlığı, medyanın kimliği ise Türklerin medyası başkasının değil. Birbirlerinin her hatasını ulu orta yerde konuşmaları veya yazmaları bu ülkenin geçmişine ve geleceğine yakışmıyor hatta zarar veriyor. Çünkü bu statüler bizi temsil ediyor. Bu statüleri belli bir süre temsil eden insanların bireyselleşmesine engel olmak gerekir. Bunu da ancak birbirimizin hatalarını örterek yapabiliriz, pazara çıkararak değil...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder