Cumartesi, Kasım 26, 2005

Türk Medyasının Günebakan**ları...

Ekrem Dumanlı'nın dünkü yazısını okurken aklıma ilk gelen "bir ülke aydınları kadar aydınlıktır" oldu. Çünkü benim de yirmi yıla yakın bir süredir içinde bulunduğum bu alt sektör, ülkemizin en çok aydının bulunduğu söylenen yerlerden de biri aynı zamanda.

Sayın Dumanlı, medyanın içinde bulunduğu vahim durumu ilk tesbit eden ve yazanlardan. Haklı olarakta basının aklını başına toplaması ve derede boğulmamız gerektiğini hatırlatıyor. Yaptığı çağrı inşallah karşılık bulur. Ancak büyük mecraların üst katlarında-yıllardır- oturan bu aydınlarımızın yine o ince hastalığa yani yönetme (goverment sendromu) hastalığına yakalandıklarını görüyorum.

Tahmin edeceğiniz gibi bu bir hastalık ve tipik bir aydın hastalığı. İki farklı türü var; Uzun süre muhalefette kalan aydınlarda rastlanılan türüne Tip 1, basında çalışan üst düzey yöneticilerde rastlanan türüne de Tip 2 diyebiliriz. Tip 2 tahmin edeceğiniz gibi diğerinden çok daha tehlikeli . Hastalığın kesin bir tedavi şekli de şimdiye kadar malesef bulunamadı.

Hastalık bulunduğu çevreye, ülkeye hatta ülkeler arasındaki ilişkilere bile zarar verebiliyor. Bu nedenle hastalığa ileri derecede yakalanan bazı aydınlarımıza zaman zaman istedikleri yerleri yönetme imkanları sağlanmışsa da söyledikleri ve yazdıkları gibi yönetemedikleri için tedaviye cevap alınamamıştır. Bu hastalık, yapılan araştırmalara göre en sık 45 yaş ve üzeri, eğitim düzeyi yüksek, erkek ve AB sosyo ekonomik sınıfına mensup profeyonel yöneticilerde görülmektedir.

"Kendini seven, biraz daha çok kazanabilmek için her imkanı değerlendiren, hürriyetçi, cumhuriyetçi ve milliyetçi, evrim geçirmiş sosyalist,dönmüş, AB'ye girmeyi ekonomik özgürlük ve insanca yaşam gören, laik ama ilahiyatı yetersiz, insana saygıyı öldüğünde ardından alkışlayarak gösteren, bütün ilişkilerin çıkara dayalı olduğunu savunan, ..." gibi özelliklere sahip bu aydınlarımız hastalık süresince sürekli komplo teorileri üretir ve bunları her fırsatta uygulamaya koymaya çalışırlar. Bunun içinde her türlü ortamı kullanırlar. İnsanların ne istediğini bilmeyen aptallar olduğunu sosyolojik olarak onlara anlatmaya kalkışacak kadar ileri giderler. Hayvanlarla çok iyi iletişim kurduklarını savunur, kendi cinsleri ile sürekli tartışırlar. Sürekli yazar ve konuşurlar. Okudukları kitapları, okunması gereken en önemli kitaplar olarak lanse etmekten kaçınmazlar. Yazılarında sevdikleri veya sevmedikleri kişi veya olayları sürekli referans olarak gösterdikleri görülür. Araştırmaya inanmazlar ve düşüncelerini desteklemedikçe de referans göstermezler. Konuları derinlemesine irdeleyemezler. Bu nedenle konular ve olaylar karşısında ön yargılı yani taraftırlar.

Kesinlikle yazdıkları veya konuştukları gibi yaşamazlar. Taraf oldukları içinde böyle bir dönemde onları tefekküre çağırmak, ne kadar doğru bir yolda ilerlediklerini teyit etme sonucu doğurabilir. Bunun sonucunda hastalıkta daha da tehlikeli bir döneme girilebilir.

Böyle dönemlerde hastaya bir şey anlatabilmek için kendi dili dışında İngilizce, Fransızca, Rusça, Arapça, Japonca hatta başka canlı türlerinin dilleri ile iletişim kurmak gerekebilir. Son çare olarak bazı hastaların böyle dönemlerde sadece patronları ile iletişim kurduğu unutulmamalıdır.


Peki, ülke insanı diğer bir deyimle medya tüketicisi, bu kadar aydının bulunduğu bir sektörde ve yaradanın bu güzel ülkesinde her sabah özellikle de bazı büyük gazetelerin gündemine bakarken bu sektörde çalışan insanların içi bu kadar daralmalı mı ? İçi daralan insan, zayıf insandır. Çünkü, darlık yoksulluktan gelir ve bu ülke insanı şu imparatorluk ile bu cumhuriyet arasındaki o yoksulluktan bugüne geldiği unutulmamalıdır. Yaşadığı sıkıntıların uzun sürmesi bir kaderse de bu kaderin süresini belirleyen de Türk medyasının aydınları olmuştur. Her sabah, kendi gündemlerini bu ülkenin gündemi olarak belirleyen o Türk medya aydınları bilgi vermek ve yönetmek arasında nasıl bir sorumlulukla bu gündemleri belirlerler hiç düşündünüz mü ? Peki araştırdınız mı ? Peki ama neden 5N + 1K ?

Çok söyleyenin şarkıcı değil sanatçı olduğu bir ülkede çok yazan ve okuyanın da kendini aydın görmesi normal karşılanmalı. Ama bu aydınların yazdıkları ile içi daralan insan sayısı her geçen gün artmamalı.
Gazete, her sabah saat yedi ile onbir arasında tüketilen bir FMCG ürünüdür. Bu nedenle medya patronlarının bazı medya aydınlarına yazı yazdırmaması yakın bir gelecekte şirketinin karlılığı ve tabiki de ülke sağlığı için çok faydalı olacaktır. Ama önce devletimizin bütün özelleştirmeleri yapması ve elinde satacak hiçbir şeyin kalmaması gerekiyor. Çünkü bu aydınların özelleştirme ve satışlarda bu hastalığa neden yakalandıkları artık biliniyor.

"Aydın" bu kelimeyi kendi kendinize söylediğinizde bile içiniz açılıyor ve hafifliyorsunuz değil mi ? "...Bu ülke aydınları haksızlıklara, yolsuzluklara, tekelciliğe asla izin vermezler. Çıkar gözetmezler. Kişi hak ve özgürlüklerini patronlarınkinden daha üstün görürler. Çünkü, en daim müşterileri sokaktaki insandır, patronları değil. " gibi sözler duymak isterdiniz değil mi ? Her ülke, vatandaşlarını büyük bir sorumluluk duygusu ile temsil eden ve bundan da büyük bir mutluluk duyan, keyif alan aydınları ile övünmek ister. Ne mutlu övünen ülkelere, inşallah biz de bir gün o duyguyu yaşarız.

Ama ülkemizde iki farklı medya aydını var malesef. Birincisi ülke insanına seslenen ve onların temsilcisi olanlar, ikincisi ise kendi cemiyetine ve hükümete seslenenler. Yine malesef ikincisi bizde daha fazla. Bu nedenle belki de bu ülke bu kadar aydınlık. Ne dersiniz ?


*Aydın: TDK güncel Tükçe Sözlük'e göre;
2 . Kültürlü, okumuş, görgülü, ileri düşünceli (kimse), münevver: "Akşam gazetesi, yurt aydınlarıyla konuşarak bizde niçin yazar yetişmediğinin sebeplerini araştırdı."- O. V. Kanık.

** Halk arasındaki "aydın"ın farklı bir anlamı : Günebakan, ayçiçeği