Aslında okuduğum hiç bir kitabın yazarını hatırlamıyorum. Ezberimde öyle kuvvetli değildir. Konuşurken aklıma gelen kelimeleri yan yana nasıl diziyorum onu da bilmiyorum. Bildiğim bir şeyler var ama onları da şu an da ilgili kelimelerle yanyana dizerek anlatamıyorum. Oldukça uzun bir iş hayatım oldu. Çok çalıştım falan. Hep o bilindik hikayelerden işte. Sonra kimse bana yardım etmedi diye devam ediyor. Kaç film seyrettim onu da hatırlamıyorum. Oyuncuları kim di, ne zaman çevrildi. Yönetmeni, mekanı... Sinematografik açıdan bakınca hangi kareleri film afişinde kullanmışlardı. Hiç ama hiçbirini hatırlamıyorum. Sizin gibi hatırlamak için çok uğraştım ama olmadı, başaramadım. Beynimin bir yerlerinde ilgili dosyalara kayıtlı olduğunu biliyorum. Belki de dosyaların adını bilmediğim için aklıma gelmiyorlar. Belki de konuşurken o yüzden felsefi bir hava oluşturuyor dinleyenlerde. Çok şey yaşayan, çok okuyan, çok gözlemleyen, çok konuşan biri nasıl olurda kendini anlatmak istemez. Örnekleri hep kendine bağlayıp, neden yanlış anlaşılmaktan yorulmaz. Başladığı konuşmasının ortasında bundan vazgeçip neden anlaşılmaz oluverir. Şimdi bunların hepsi psikolojik bir problemmiş gibi duruyor değil mi. Aslında değil. Bu bir kendini bulma çabası da değil. Kendini bulmak isteyen kişi birşeyler arar. Oysa şu anda yaşadığım ortam da hiçbir sorunun cevabını aramıyorum. Sadece yaşıyorum. Çoğunu istediğim için değil. Önüme çıktıkları için yaşıyorum. Çünkü bazı şeylerin benimle değil, yaratılışımla ilgili olduğunu biliyorum. Ben sadece önüme çıkanları istediğim gibi neden yaşayamadığım düşünüyorum. Bunların bir çoğu benimle ilgili olmalı. Anlatamadığım, satamadığım bir şeyler olmalı. Etrafımdaki insanların içinde ya normal ya da normal üstü insanlar var. Kendimi hiç sınıflandırmadım. Çünkü, sınıflandırsam, normalin altında değerlendirebilirim. Bazen konuşurken, karşımdakini düşüncesi önemsizleşiyor. Neden bilmiyorum. Ama eminim bunları düşünmemin zamanı değil. Yoksa neden diye sorduğumda mutlaka bir cevabı olurdu. Kendime şaşırdığım zamanlarda teşekkür etmekten başka bir şey gelmiyor aklıma. Teşekkür ederim Tanrım, yaratıcılığının önünde bir kez daha saygıyla ve büyük bir hayranlıkla secde ediyorum. İnsanların kendi oluşturdukları politikalarla, doktirinlerle, yaşamasına dayanamıyorum, üzülüyorum. Neden doktirinler bu kadar önemli. Yada önemli olsunlar. İnsan kendi politikasını bir başına oluşturamaz. Bir yönetici çalışanlarının hiçbirinin kendisi ile aynı düşünceleri paylaşmadığını bilir. Çünkü kişi, bağımsız ve tek bir bireydir. Öyle yaratılmıştır. Kendi olarak doğar ve kendi olarak ölür. Seçimlerini kendi yapar. Kararlarını kendi verir. Yargılanması da kendi başınadır. Hiç birlikte aynı şeyi, aynı şekilde yapan ve aynı cezayı veya ödülü alan kimse gördünüz mü ? Biri mutlaka diğerinden farklı bir şey yapmıştır. Ödül ve ceza bir son olduğu için aynıdır. Aynı olmak zorundadır. Düşünsenize son olmasaydı, ne anlamı kalırdı yaşamın. Hedeflerin ve yaşamanın nasıl bir anlamı olurdu ? Bir filmi seyerederken, bir kitabı okurken veya birini dinlerken sonunu niye bu kadar merak ediyoruz. Son olmasaydı, sevgi ve nefret nasıl bu kadar yakın hissedilirdi. İyi ve kötü, nasıl kendini aynı görürdü. Ceza, nasıl bir son olabilirdi ? İnsan basit bir yaşamı nasıl bu kadar zorlaştırabilirdi ?
Hatırlamıyorum gerçekten politikacıların temel aldığı düşünceleri. Önemi yok gerçekten o sözleri kimin söylediğinin. Yıllar önce söylenmiş güzel bir söz, bugün anlatmak istediğin duygu ve düşünceleri çok iyi ifade ediyorsa söyle kurtul. İzin alman gerekmiyor. Çünkü onları sen söylediğinde başına, ortasına ve sonuna mutlaka birşeyler ekliyorsun unutma.
Yaşamak için çalışmak gerekiyor. Çünkü birşeyleri satın almadan yaşayamıyorsun. Bir şeyleri satın almak içinse para kazanman gerekiyor. Yani çalışmak, para kazanmak demek. Çünkü çalışmak üretmek demek. Üretmek, satacak birşeylerin var demek. Satacak birşeylerin varsa mutlaka satın alacak birileri var demek. Dikkat ettiniz mi ? Hiçbir şey karşılıksız değil. Hiçbir şey boşa üretilmiş, yaratılmış değil. Bir şey üretiyorsun, bir alıcı çıkıyor. Satıyorsun, bir de belge veriyorsun, sana ait olduğunu belgelemek için. Yani satın alan sana, ben bunu aldım demiyor. Sen sattım diyorsun, işte bu da kanıtı. Üretiyorsun ama satana kadar belgeleyemiyorsun tuhaf değil mi. Ürettiğine yakından baktığında yeni değil farklı bir şey olduğunu anlıyorsun. Çünkü onu anlatmak için kullandığın kelimeleria zaten biliyoruz. Bildiğimiz kelimelerle anlatılan bir şey nasıl yeni olabilir ? Biz kelimelerin yerlerini veya anlamlarını değiştirmeye çalışıyoruz. Ama olmuyor. Neden ? Çünkü yeni bir şey yapabildiğimizi göstermek istiyoruz. Bu bir süper ego aslında. Yoksa yeni değil. Hani bir örnek vardır. Zlu kabilesinde uzak kelimesi, çocuğu ağladığında annesinin onu duyamıyacağı yer olarak kullanılırmış ya işte öyle. İkisi de uzak ama biri sadece dört harf. Anlam aynı.
Yaşamak için tek başına olman gerekiyor unutma. Başarı ne kadar çalıştığın ve ürettiğinle ilgili. Bunu da daha fazla şeye sahip olmak için yapıyorsun. Hayatın anlamını aramana gerek yok. Yaratıldığında o anlam zaten vardı unutma. Sen sende var olan bir şeyi arıyorsun. Olmayan bir şeyi bulman ise imkansız. Var olanı bulduğunda pazılın parçalarını yan yana getirdiğin ve anlamlı olduğu için mutlusun. Mutlu olmak için sürekli aramak zorunda değilsin ? Yada sürekli bir şeyleri yanyana getirip diğer insanlardan daha anlamlı olmuyorsun. Sen bir sonraki parçayı bulana kadar öyle sanıyorsun. Ürettiklerinin bir anlamı var. Söylediklerinin ve yazdıklarınında. Ama bunları senin yapmış olmanın bir anlamı yok. Sen istiyorsun ki benim olsun. Oysa söylediğinde senin olmuyor. Sen mutlu oluyorsun diye belki de kimse o anı bozmak istemiyor. Hani bu günlerde tekrar hatırladığımız olumlu tutum geliştirme çabamız varya işte ondan. Oysa iyilik, mutluluk sen doğarken seninle doğdu. Kötülük sonradan tanıştığımız bir şey. Bu yüzden tanımı iyi olmayan demek. İnsan neye benziyor, nasıl yani diye öğrenmiyormu herşeyi. Bir düşün o zaman. Olumlu tutum doğuştan gelen, olumsuzluklar ise sonradan kazanılan. O yüzden kötü olmak çok kolay. Çünkü güzeli, iyiyi, mutluluğu doğuştan getiriyorsun. Kötüyü ise sonradan öğreniyorsun. Öğrenilen şeyler kolay unutulmaz bilirisin. Kötülük o yüzden bir savunma biçimi ve daha iyi anlaşılmak için kullanılıyor ne garip.
Yaratılışa, bugüne ve yarına dair bir kitap okuyorum. Bazı şeylerin anlamını hala bilmesemde, hiçbir karşılığını bulamasamda, bulacağım güne kadar okumaya devam edeceğim. Her bulduğum anlam, benimle bizimle bu hayat arasında daha kolay yaşamak için. Mutluluğu, iyiliği, güzelliği anlayabilmek, anlatabilmek için. Daha yaşanır kılmak için hayatı. Ya da yaşanır kılanın söylendiği gibi yaşamak için. Ayrıldığımız nokta bu olmasa gerek. Herşey insan içinse, kişilerin olayların söylenildiği kadar nasıl derin bir anlamı olabilirki ? Hayatı anlamsızlaştırırsan yaşamak için bir anlama ihtiyacı olur. İşte sen o anlamı arıyorsun, mutluluğu değil. Anlamı bulduğunda mutlu olacağının kaçınılmaz olduğunu bildiğin kadar arıyorsun. Önemli olan söylenenler, kimin söylediği veya yazdığının önemi yok. İsim yazmaya veya öğrenmeye başlasan bunun sonu nereye varır bir düşün ? Sonra hangisi daha önemli diye düşünmez mi insan ? Sonra her konuşmaya başladığında birinden söz etmek zorunda kalmak önemsizleştirmez mi seni ? Kitapta zaten en önemlileri yazıyor. Okuman yeter. Gerisi sadece insan. Olaylar, birşeyleri açıklamak için. Tasvirler, neye benzediğini anlamak için. Ama hepsi sen mutlu ol diye. Daha yaşanır hale getir diye sana verilen hayatı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder